Öykü

Savaş

“Savaş bir macera değildir. Bir hastalıktır, tifodur.”
Antoine de Saint-Exupéry

Sebep aramaktan yoruldum sanırım. Yanı başımda uzanan bedeni kıskanmam bundan. Evden ayrıldığında, henüz iki yaşında olan kızından bahsetmişti. Ona dair hatırladığı tek şey ön dişleri ve tatlı gülümsemesiydi. Bildiğim bir şey varsa o da artık onu göremeyecek olduğu. Üzülmem gerekiyor ama nedendir bilinmez, üzülmeye dair son hatırladığım şey kendi ellerimle toprağa gömdüğüm annem ve babam…

Üzülmeyi çok uzun zaman önce bıraktım, anlayacağınız. Ya da o beni bıraktı, bu ilişkide terk eden tarafın kim olduğu tam olarak belli değil. Önemli de değil aslında.

Hava, Can’ın ismine tezat bedenine uyumlu bir şekilde gittikçe soğumaya başlarken sığınacak bir yer bulmalıyım ama artık yoruldum…

Ölüm, Dünya’nın oluşumundan bu yana belki de insanlar için hiç bu kadar sıradan olmamıştı. Yaşamı hep, geçmişte babaannemin odasında gözü gibi koruduğu küçük lacivert vazosuna benzetiyorum. Ne kadar korumaya çalışsan da bir şekilde yere düşeceğini bildiğin kırılgan bir vazo gibi… Her sabah uyandığımda bedenimin bütünlüğünü panikle kontrol etmemin sebebi bu… “Bugün de uyanabildim,” diyebilmenin şans olduğu zamanlarda yaşıyoruz çünkü. Şans demişken, o kadar da şanslı bir insan olduğum söylenemez aslında. Bu boktan çukura düşmüş olmam bile en büyük ispatıdır, bunun…

Babaannemin vazosu, ilk bomba düştüğü gün sarsıntıdan dolayı kırılmıştı. Ondan sadece on saat sonra, ikinci saldırıda da kendisi gitti. Babamın, annesini gömerken bizlerden kaçırdığı gözlerine hapsettiği öfkeyi gördüğümde ne kadar da güvende hissetmiştim kendimi. “Şimdi babamı kızdırdınız işte,” demiştim çocukça bir güven ile. Sonuçta o adam benim babamdı ve babalar sizi her türlü kötülükten korurdu. Bu dediklerimi duymuş olmalılar ki bana babamın da kırılgan olabileceğini gösterdiler.

On yaşında bir çocuğun en büyük sığınağını başına yıktılar. O güne kadar en büyük kahramanı olan adamın dokuz yüz on üç saniye süren acı dolu çığlıkları ile baş başa bırakarak hem de.

Artık babamın salık verdiği gibi korktuğum zaman gözlerimi kapatıp saymıyorum. Geçmişte yaşayan insanlara, “En ölümcül salgın nedir?” diye sorma şansım olsaydı bana saf bir şekilde kara veba, HIV, İspanyol Gribi gibi birçok saçma sapan hastalığın ismini saymaya başlarlardı sanırım. En ölümcül ve büyük salgınlarının, “savaşmak” olduğunu görmezden gelerek… Evet… Şu an kesinlikle eminim ki bu insanlığın en büyük ve ölümcül hastalığı… İlk çağlardan günümüzün sözde modern çağına kadar insanlık durmadan birbirini öldürdü. Hastalıklar fazlasıyla masum kalıyor.

Babamın ölümünden yaklaşık beş yıl sonra da annemi kaybettim. O, ailemizin ölüm zincirini kırarak görece daha doğal bir şekilde hayata veda etti. Doktorların söylediği kadarıyla zatürre denen bir hastalıkmış. Sığındığımız kampın koşulları babamın ölümünden sonra daha da zayıf düşen bedenine son darbeyi vurmuş, anlayacağınız.

Kamp yönetimi bu kadar ölüm gören bir çocuğun siperlerde daha başarılı olacağını düşünmüş olacak ki annemi gömdüğümün ertesi günü beni orduya kayıt ettirdiler. Beni yetiştirecek olan kampa götürmek üzere gelen iki kişiden biriydi Can… O zamanlar daha gençti tabii ki.

“Sana kaybettiklerinin intikamını alma ve yeni doğanların senin gibi büyük acılar çekmesini engelleme şansı veriyoruz.” demişti. Dedim ya, o kadar da şanslı bir insan değilim. Bana sundukları şansı duyduktan sonra daha iyi anladığınıza eminim. Can, yeni doğanların benim gibi acılar çekmesini önleme şansı verirken bir şeyi söylemeyi unutmuş olabilir. “Benim topraklarımda birinin acı çekmemesi için düşman topraklarında başka bir çocuğun dünyasını başına yıkmam gerektiği…”

Devletler, birinin dört duvarında kendisini güvenli hissetmesi için başka birinin dört duvarını yıkmaya programlanmış gibi sanki. Can’ın üç haftalık hızlandırılmış eğitimimiz sonrasında bizi durmaksızın taşıdığı cephelerde artık o dört duvarın betondan değil yırtık pırtık bez parçalarından yapıldığını gördüm oysa… Kendinizi beton içerisinde bile güvende hissedemezken o bez parçaları içerisinde sadece çıplak hissediyorsunuz. Bunu kamptaki tecrübelerim doğruluyor. Kısacası artık güvenlik kelimesi, sivil halkın çadırlarında ve bizim ise siperlerde, bir sonraki güne bütün bir şekilde uyanma umudumuz anlamına geliyor. Can mı? Onun için, artık bir önemi var mı emin değilim ama… En azından küçük kızının, babasının yattığı yeri bilmesini sağlamaktan başka bir şey gelmiyor nasırlı ve barut kokan ellerimden.

“Bir mezar taşı mı yapsaydım?” diye düşünüyorum alelacele gömdüğüm yere bakarken… Üzerine ne yazacağım ki? “Bozguna uğratıldıktan sonra kahramanca ordusundan geriye kalan et ve kan tabakasının oluşturduğu kaygan zemininden kaçmayı başarabilen iki kişiden şanslı olanı” mı? Hiç
sanmıyorum…

Güvenli sığınaklara saklanmış devlet erkânımızın bize durmadan ölmemiz, öldürmemiz için emirleri gönderdikleri inlerinden çıkıp barış görüşmelerine başladıklarının haberini iki gün önce, bozguna saatler kala almıştık oysa… Düşmanlar da kutlamalarımızı duymuş olacak ki havai fişekleri olmadığı için napalmları ile katıldılar şenliğimize… Can’ın koluma sıkıca yapışarak siperlerin ötesine savurup kendisini de aynı çukura atışını hatırlıyorum bir tek… Sonrası karanın kırmızıya bulanmış hâli sadece. Elimizde sınırlı sayıdaki mühimmatla kaçtığımız, çığlıktan çok kan ile dolu kampımız ve sonrasında karaciğerini delip sırtında başparmağımdan biraz daha büyük bir delik bırakan mermi yarasıyla Can… Eğitmenim, babamdan sonra hayatıma giren güvenilmezliğini ölümünden birkaç saniye önce itiraf eden ikinci babam… Sahiden, insanlar neden ölümden önce daha dürüst oluyorlar acaba? Sanırım kaybedecek bir şeyleri kalmadığı için…

— Bir saat sonra atacaklardı…

— Neyi?

— O boktan bombayı, bir saat sonra atmaları gerekiyordu.

— Nasıl yani?

— Düşman…

— Ne düşmanı, komutanım? Ruslar mı?

— Aptalsınız… Hepiniz…

— Anlamıyorum…

— Bu bir döngü, Deniz… Savaş olmazsa iktidar olamaz, tehdit olmazsa yönetim işlemez… Ondandır her devletin kendi azınlığını yaratması. Bir düşman gerekir, içeriden veya dışarıdan. İkisi de makbuldür. İkisi de kabul edilebilir.

— Yani bu bir oyun mu?

— Bu bir gereklilik, salak herif… Bu bir düzen! Dış tehdit artık bitti, şimdi içeriden bir tehdit başlayacak. Soracak çok sorum vardı oysa. Ölmemesi için yalvarmamın sebebi de buydu. Yalnız kalmaktan korkmam değil. Ben zaten yıllar önce yalnız bırakıldım. Hem de üst düzey bir satranç tahtasında…

Şimdi daha iyi anlıyorum ki oyuna ufak bir ara verecekler. İnsanlara Maslow denen o çok bilmişin piramidinin alt katlarındaki temel ihtiyaçları verip birazcık güven tazeleyecekler. Güven bittiği zaman, tekrar savaşacaklar… Güven bittiği zaman, yeni bir düşman yaratacaklar… İşte tam da bu sebeple insanlığın en bulaşıcı hastalığı savaş…

Yapmam gereken tek şey buradan gitmek oysa… Ama nereye? Önce Can’ın kızına, babasının haberini vermeye, sonrasında da kaçabildiğim kadar uzağa. Bunu Can için yapmıyorum aslında… Artık onun hakkında ne hissettiğimden emin değilim. Kızgınlık? Nefret? Sanırım ikisinden de oldukça fazla…

En yakın kampa iki gün uzaklıkta olmam işimi biraz zorlaştırsa da kilometrelerce öteden duyulan coşkulu kalabalığın kutlamaları son bir güç veriyor bacaklarıma. Karşımdaki yıkık dökük evin penceresindeki kırmızı vazo yaşamın bir müjdecisi gibi tüm savaşa, atılan bombalara inat sapasağlam duruyor. Tam elime aldığımda bir çift göz ile karşı karşıya geliyorum.

— Atış serbest!!!

— Durun-

— Öldü mü?

— Evet, komutanım. Üniformasından anlamıştım terörist olduğunu.

— Evet, bu da devletten gelen tanıma uyuyor. Barış kutlamalarını sabote edecekti büyük ihtimal. Aferin asker. Güzel iş çıkardın.

— Sağ olun, komutanım.

— Şu vazoya üzüldüm. Eve döndüğümde eşim için güzel bir hediye olacaktı.

— Özür dilerim, efendim. Onu eline almadan ateş etmeliydim.

— Boş ver… Emin olmadan ateş etseydik bir masumun da canını alabilirdik. Kampı buraya kuralım, şunu da diğerlerinin yanına at. Daha çok temizleyeceğiz bunlardan, eminim.

— Emredersiniz

YÜKSEL YILMAZ LAGARİ BİLİMKURGU KONUK YAZAR GÖRSELİ

Paylas:
error0
fb-share-icon20
Tweet 20
fb-share-icon20

Lagari Konuk

İnfo@lagaribilimkurgu.com adresine yazı gönderip konuk yazar olarak yer alabilirsiniz.

Bir cevap yazın