Öykü

Afilli Atlayış

Kuzenim Tuğberk “Erkek gibi öksür.” demişti. Ona ne kadar cesur olduğumu göstermenin tam sırasıydı. Tüm cesaretimi toplayıp tramplenin üçüncü katından havuza atladım. Suya girmeme birkaç santim kala havada asılı kaldım. Şaşırdım tabii. 15 yıllık hayatımda ne böyle bir şey duymuş ne de yaşamıştım. Saydam bir küre içinde karantinaya alınmış gibiydim. Uzay istasyonundaki astronotlar gibi havada serbestçe süzülüyordum. Kollarımı ve bacaklarımı acemice hareket ettirerek suya inmeye çalıştım. Çevremi saran görünmez kürenin iç yüzeyi buna engel oluyordu.

“Acaba öldüm mü?” diye düşündüm. Havada asılı kaldıktan hemen sonra zihnimde anılarım canlanmıştı. Zeynep, plajdaki soyunma kabininde beni öpmüştü; dudaklarında tuz tadı vardı. Bizimkilerle birlikte gittiğim misafirlikte üç top beklerken önüme yedi top dondurma konulmuştu. Denizde çok açıldığım bir gün yanımdan annesiyle birlikte yavru bir yunus geçmişti. Haylaz Tuğberk, sırtımdan içeriye kocaman bir kartopu sokmuştu; üşüyüp ürpermiştim. “Ölmüş olsam dışarıdaki dünya aynı kalmazdı herhâlde.” diye düşündüm.

Uzay, tramplenin dördüncü katından havuza atlamaya hazırlanıyordu. Kıvırcık saçlarını sallayıp kaslarını çevredeki seyircilere gösterdi. Tam üzerime doğru balıklama atladı. Çarpışmış olsak belki canım yanardı veya en azından ikimiz birlikte suya düşerdik. Uzay, içimden geçip suya düştü. Suyun yüzeyine çıktıktan sonra, artistik stiliyle havuzun kenarına doğru yüzmeye başladı.

Uzay, doğrudan üzerime atladığına göre çevredekiler beni görmüyordu. İçimi yoğun bir pişmanlık duygusu kapladı. Bunca zaman tramplenin üçüncü katından atlamanın hayalini kurduktan sonra başıma bu iş gelmişti. Bu atlayışı yapabilmek için kendimle ne kadar mücadele etmiş, sağlamcı karakterimi ne çok zorlamıştım.

Kürenin iç yüzeyinden güç alarak yerçekimsiz mini evrenimde sağa sola süzülmeye, taklalar atmaya başladım. İstediğim zaman buradan çıkabileceğimi bilsem bu oyunun tadını daha iyi çıkarabilirdim. Belki de kocaman bir sabun köpüğünün içindeydim; bu meretler bir süre sonra patlardı. Çevremi saran kürenin yüzeyinde ne bir renk, ne de bir ışıltı vardı gerçi, iç kısmı görünmeyecek bir malzemeden yapıldığı anlaşılıyordu.

Avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Çevredekiler, ne yazık ki beni görmedikleri gibi duymuyorlardı da. Yaşadığım dehşet duygusu bana tanıdık geldi; “Galiba bir rüyadayım.” diye düşündüm. Bu düşünce beni mutlu etti. Bunu daha önce nasıl düşünememiştim, bu tür saçmalıklar ancak rüyalarda olurdu.

Telkin yoluyla kendimi uyandırmaya çalışırken çok daha olgun bir insana dönüşmekte olduğumu hissettim. Dış dünyayla iletişimimin engellenmesi yetmiyormuş gibi zihnim de başkalaşmaya başladı. Kendimi, babam yaşında bir adam gibi hissediyordum. Omuzlarımda büyük bir yük ve yüreğimde acı vardı.

Beyaz bir hastane odasındaydım, koluma serum takılıydı, yatağımın yanında biri kalp atışımı, diğeri ne olduğunu anlamadığım başka şeyleri gösteren iki monitör vardı. Yıllardır hastanelerde sürünmekten bıkmıştım, hastalığım bir türlü iyileşmediği gibi her geçen yıl daha kötüye gitmişti. Hastalığım ölümcül olduğu için kaç kez ötenazi istemiştim ama ailem razı olmuyordu. Teknoloji hızla gelişiyormuş, hastalığımın çaresi her an bulunabilirmiş… Ben de kendi işimi kendim görmeye karar vermiştim. Kararımı uygulayacak gücü toplamak için kendimle çok mücadele etmiştim. Tüm cesaretimi toplayarak yerimden doğruldum ve kolumdaki serumu söküp çıkardım. İğnenin çıktığı yerden kan sızıyordu. Pencereye doğru yürürken yatağın ve ona bağlı cihazların da benimle birlikte geldiğini fark ettim. Göğsüme yapıştırdıkları zamazingoları ve kolumdaki bandı çıkardım. Artık yataktan kurtulmuştum. Pencerenin camında yüzümün yansımasını gördüm. Geçen yıllar içinde saçlarımın yarısı beyazlamış, gözlerimin kenarı kırışmıştı. Gerçi artık bunların fazla önemi yoktu.

Odadaki açılabilen tek pencerenin pervazına tırmandım ve kendimi boşluğa bıraktım. Sekizinci kattan yere düşmek epey uzun sürüyormuş. Vücudumun yere değmesine birkaç santim kala havada asılı kaldım. Babam yaşındaki hâlim, 15 yaşındaki hâlimin yaşadığı havuz atlayışı deneyimini hatırlamıyor olmalıydı, şaşırdı zira. Babam yaşındaki hâlimin yaşadığı anlık şaşkınlıktan sonra deneyimlerimiz birleşti. Şimdi benliğimin, her yaşımdaki hâllerimin ortalamasını yansıttığını hissedebiliyordum.

Düşerken üzerimdeki hastane giysisi sıyrılıp çıkmış, anadan üryan kalmıştım. Havuz deneyimimden, kabarcık evrenimin içindeyken insanların beni görmediğini ve duymadığını hatırlıyordum ama belli olmazdı elbette. Hastanenin arka tarafına atladığım için ortalık fazla kalabalık değildi. Sadece güzel yüzlü bir hemşireyle bastonlu yaşlı bir teyze yanımdan beni görmeden ağır adımlarla geçtiler. Kıvırcık tüylü bir köpek, kuyruğunu sallayarak yanıma yaklaştı. Bir süre vücuduma anlamaya çalışır gibi dik dik baktıktan sonra, kan sızan kolumu yalamaya başladı. Bu arada vücudumun epeyce gençleşmiş olduğunu fark ettim, bedenim yirmili yaşlarda olabilirdi.

“Karakterlerine hiç uymayan uç davranışlar sergilediklerinde sistem programlarını kontrol için önlerimize düşüyor.” dedi bir kadın. Şaşkınlıkla çevreme bakındım ama konuşan kimseyi göremedim. Sesinden daha genç olduğunu çıkardığım başka bir kadın, “Çok karışık görünüyor.” diye cevap verdi. “Deri üzerinde su akıyormuş izlenimi yaratan vücut boyalarından yaptırsam bana yakışır mı sence?” diye sordu ilk konuşan kadın. “Led ışıklı olanları daha çok seviyorum ben, daha doğal duruyor. Bu adamı ne yapacağız şimdi? Orada öylece, havada asılı kalmış.”

Bu iki kadın benden söz ediyordu, konuşmalarını can kulağıyla dinlemeye başladım.

“Acemi bir operatör olsa bu adamı, sekizinci kattan atladığı için öldürüverirdi. Oysa 15 yaşına ait bir başka dosyası daha var, ilk dosya üzerinden işlem yapmak gerekir.” dedi kadın. Cevap almayı hiç ummadan “Beni 15 yaşına döndürün ve bırakın havuzun içine düşeyim artık.” diye bağırdım. “Bunlar bizimle konuşabiliyor mu?” diye sordu genç kadın. “Nasıl bir iş çevirdiğinizi bilmiyorum, ilgilenmiyorum da; vücut boyasını, led ışıklarını filan bir kenara bırakıp beni artık serbest bırakın!” diye bağırdım. “Programlarının karantina altına alınmasından hiç hoşlanmıyorlar, halledelim şunun işini.” dedi ilk konuşan kadın.

Genç kadın stajyer olmalıydı, hiçbir şeyden anlamadığı her hâlinden belliydi ama öteki kadın ise işinin ehli gibiydi. “Eliniz değmişken kırkımdan sonra hastanelerde sürünmemi de engeller misiniz?” diyerek yeniden şansımı denedim. “Kurallara aykırı bir müdahale olur bu.” diye cevap verdi kadın. “Tatava yapmayın, işimi hallediverin!” diye bağırdım, canıma tak etmişti artık. “Ölümcül hastalıklar menüsünden hastalık eğilimlerini böyle azaltabiliyoruz.” diye tarif etti kadın yanındaki stajyere. “Teşekkür ederim, artık havuza düşebilir miyim?”

“Hasta olmamanın garantisi yok, sadece olasılığı azalttım. Çocuklara ayrıcalıklı muamele yapabiliyoruz.” dedi kadın. Tramplenden dengeli atlayamamışım, suya düştüğümde çok canım yandı. “Erkeksen dördüncü kattan atlarsın.” dedi kuzenim Tuğberk. “Çok biliyorsan sen atla! Bana bu kadar heyecan yeter.” diye cevap verdim.

Paylas:
error0
fb-share-icon20
Tweet 20
fb-share-icon20

Lagari Konuk

İnfo@lagaribilimkurgu.com adresine yazı gönderip konuk yazar olarak yer alabilirsiniz.

Bir cevap yazın