Öykü

Günya

Günya’nın üzerine 1km3’lük devasa bir metal yığını hızla yaklaşıyordu. Günya’nın üzeri tamamen suyla kaplıydı ve metal yığını hızla su yüzeyine doğru gidiyordu. Metal yığını kütle, su seviyesine yaklaştıkça hızı azaldı ve daha suyun yüzeyine temas etmeden 973m kadar yukarı çıktı. Metal yığını hem kendi ekseni etrafında hem de Günya’nın etrafında dönmeye başladı. Bu hızla ilerlerse 10 günde bir, Günya’nın etrafını dolaşacaktı.

“973 metre. Tam rakam bu. Lütfen bileşen oranınızı bu değerlerde tutun. Bir önceki gönderiniz 3659 metre yukarıda yörüngeye girmişti. Onu alıp kullanabilmek için ne kadar enerji sarf ettik, tahmin edemezsiniz.”

“EDEBİLİRİZ!” diye haykırdı bir ses, hoparlörün cızırtılı sesi eşliğinde;

“O LANET OLASI FİKİRLERİNİZİ KENDİNİZE SAKLAYIN VE SİZE NE DENİLİYORSA ONU YAPIN!”

O zamanlarda Günya gezegeninin üzerinde yaşayan tek bir yerel canlı formu yoktu. Evrende elde edilen kolonileşme, bunun beraberinde optimum yaşam alanı sağlayacak bir gezegeni oluşturma gerektirmişti. Kusursuz bir sistem kurmak ve sonsuza kadar huzur ya da mutluluğu yaşayabileceğiniz bir gezegen elde etmek zordur, bilirsiniz. Özellikle, biyokimyasal ve biyomekanik veri yazılımında yeterince gelişme elde edilememişti. Bu gezegen, kendi kendini idare etmeli ve insanlara huzurlu bir yuva sunmalıydı.

Merkez Yönetim Kurulu, bir gezegende yaşama koşullarını bilir, DNA yazılımı mühendislere hangi elementlerden gerekli olduğunu sorar (oluşturulması gereken yaşam formlarının bedenleri için), gerekli elementleri de üzeri su kaplı gezegenlere gönderirlerdi. Bu gönderimi yapmadan önce, bir öncü birlik
gezegene gider ve kendilerine gönderilecek olan metal yığınlarını beklerlerdi. İşin zor kısmı bundan sonra başlıyordu çünkü bu gezegenlerde soğuk manyetik alan henüz oluşmamıştı. Kendilerine gönderilen metal yığınlarını bu gezegenlerin tam zıt iki ucuna sabitlemek gibi bir görevleri vardı. Bu metal yığınları öylesine kuvvetli manyetik alanlara sahipti ki yeterli miktardaki metal yığınlarının iki uca toplanma işlemi tamamlandığında, bu gezegende de kutuplaşma başlayacak ve manyetik alanın merkezinde oluşacak akım sayesinde de reaksiyonlar başlatılmış olacaktı. Metaller toprağa karışacak, seramik kabuğu çatlatacak, mineraller açısından zengin yapısıyla “öz” suya karışacak ve bundan sonra reaksiyonlar hızlanacak, daha fazla yer yarılacak, yıldırımlar düşecek, gezegeni tamamen kaplayan bulut örgüsü oluşacak, bu bahsi geçen reaksiyonlar esnasında Merkez Yönetim Kurulu tarafından oluşturulan DNA kodları suya karıştırılacak ve öncü birlik Günya’dan ayrılacaktı.

“Tahmin edebilirlermiş… Külahıma anlat. Madem becerecektiniz, bundan önceki 36 gönderiyi neden yanlış hesaplayıp gönderdiniz?”

“Yine neye söyleniyorsun? Paket geldi. Haydi, indirelim şunu…”

“İndirelim indirmesine de… Bu adamlar kim oluyor, bana nasıl emir veriyor? Kendi neslimizi yaşatamayacağımız bir gezegen için neden hayatımızı tehlikeye atıyoruz?”

“Çünkü atalarımız da aynısını yapmış. Yapmasalarmış şu an sen de hayatta olamazdın, ben de… Bu arada; kimsenin kimseye emir verme yetkisi yok. Bizler gönüllüleriz. O yüzden takma onları…”

Bulundukları gemi zaten yere dört farklı noktadan uygun açılarda sabitlenmiş olduğundan, mürettebatın tek yapması gereken şey kuzey manyetik alanını oluşturacak metal yığınını gökteyken yakalamak ve suyun içine sokup diğer metal yığınlarının üzerine sabitlemekti. Eğer hesaplamalar doğruysa altı saat sonra metal yığını geminin üzerinden geçecekti ve işlemler başlayacaktı.

Gemi sarsıldı. Bu beklenen bir şey değildi.

“Güney Hattı’na sorsanıza, onlar da bu sarsıntıyı hissetmiş mi?”

“Derhal!” diye haykıran personel hızla birkaç tuşa bastı. Odanın içerisinde cızırtılı sesler oluştu ancak cevap veren kimse olmadı. Bir daha denedi. Yine cevap yok. Personel amirine döndü ve “Efendim! Güney Hattı’ndan cevap alamıyoruz!”

“BAĞIRMA LAN KULAĞIMIN DİBİNDE! GÖRÜYORUM O KADARINI!”

O esnada bir başka personel daha geldi odaya. Koştuğundan mıdır, korktuğundan mıdır, belli değil; sürekli terliyor ve kekeleyerek konuşuyordu; “E, efen-dim. Gü-gün-ggünya’nın soğ-uk man-n-nyetik al-ll-lanı-nın çekim– kuvveti, an iti-bariyle 18,7N/kg olarak hesaplandı. Oh be. Efendim, sağlam sıç- tık. O metal yığını direkt olarak bizim gemimize çakılacak. Günya’nın kütlesel çekimi bir anda dört katına çıktı. Gözlemlediğimiz kadarıyla Güney Hattı, 8 saat kadar önce Günya’nın uydularından bir tanesine iniş yapmış.”

“8 saat önce iniş yapmış bir gemiyi nasıl şimdi tespit ediyor ve bana bildirebiliyorsun?”

“Kuzenim, Güney Hattı’nda mürettebattır, efendim. Daha demin bana ulaştı. Siz kafayı mı yediniz, neden hâlâ çıkış yapmadınız; diye sordular kendisi.”

“Gayet güzel… Sen Enerji Bölümü’ndeydin, değil mi?”

“Evet, efendim.”

“Merak ettiğimden soruyorum. Yer çekimi aniden dört kat arttıysa bu gezegenden çıkmamız için gerekli kuvvet de dört kat arttı, değil mi?”

“Teknik olarak; 24 kat arttı, efendim…”

“Ve şu anda burada durmuş, seninle bunları tartışıyorum… Vay be… Çocuğum, anlamıyor musun? Öldük biz! O metal yığınını bilerek uzaklara bıraktılar. Gezegenden çıkacak yakıt bırakmadılar bize!”

“Sorun yok, efendim. Gemi burada kalır. Biz gideriz. Güney Hattı’na katılırız. 24 adet kapsülümüz hazırda bekliyor.”

“Mürettebatın 638 kişi olduğu bu gemide, neden 24 kapsül var sence?”

“Sabahtan beridir rakamlarla ilgili konuşmamızdan mütevellit, konuyu kapatırcasına, gemiyi tasarlayan kişinin Erzincanlı olma ihtimalini dile getireceğim, efendim.”

O esnada, Günya’nın uydusu sanılan ve Güney Hattı’nın iniş yapmış olduğu gök taşının da Günya’nın çekim kuvvetine karşı koyamadığı ve logaritmik ivme artışı gösteren bir hızla Günya’ya yaklaştığını öğrendiler. Personel’in kuzeni aramıştı tekrar, “Kuzen, müzik falan açın, duygusal duygusal ölelim. Bizim yakıt da bitmiş. İniş yaptığımız şey her neyse, hızla size doğru geliyor. Teknik olarak, biz de size doğru geliyoruz.”

Sanki konuşulanları General duymuyormuş gibi heyecanla tekrarladı personel, “Kuzenim haklı, efendim! Teknik olarak bu mümkün!”

Göktaşı, Günya’ya varıncaya kadar öyle bir hıza ulaştı ki su yüzeyini neredeyse ortadan ikiye yardı. Bu çarpışmanın etkisiyle son metal yığını, sabitlenmesi gereken yerden 492km öteye çakıldı. Bu durum sebebiyle, Günya’nın eksenel açısında 24 derece 18 dakikalık bir kaçıklık gerçekleşti. Göktaşı mermer yüzeyi çatlattı. Günya’nın merkezindeki “öz” suya karıştı ve gezegenin yüzeyindeki toplam su kütlesinin %84’ü kadarı buharlaştı. Soğuk manyetik alan dengeye ulaşana kadar yıldırımlar dinmedi.

Dünya’da büyük bir kalabalık sokağa dökülmüştü. Pankartlarda “Doğal Yaşam, Doğal Evren”, “Akışa İnanın, O Bizi Korur”, “Hayat Vardır, Kader Vardır” ve buna benzer birçok sloganlar taşınırken öfkeli halk Dünya Devleti Parlamento Binası’na gidiyordu. Büyük bir çoğunluğun görüşüne göre bu gezegenler yaşam alanı olacaksa zaten kendiliğinden olacaktı. İnsan müdahalesi ile reaksiyon başlatılan 37. gezegen, 1200’ü aşkın mürettebatlı gemileriyle yollara çıkan ve geri dönemeyen 37. başarısızlık.

“Yarın bu gezegende su bittiğinde de bize küfredecek misiniz?” diye haykırıyordu Dünya Başkanı; “Hep birlikte karar vermedik mi göçebe hayatı yaşamaya? Yüzyıllardır bu planı işletmiyor muyuz, dostlarım? Nedir bu öfke? Kontrolün bizde olmasının neresi kötü? Hep birlikte bolluğa kavuşacağız. Neslimiz refah içinde devam edecek, yaşayacak!”

Paylas:
error0
fb-share-icon20
Tweet 20
fb-share-icon20

Serkan Üstündağ

1989 yılında Üsküdar'da doğdu. İlköğretim ve lise yıllarını Feneryolu'nda tamamladı. Bu yıllar içerisinde, sayısız deneme yazıları, şiirler, şarkı sözleri ve aforizma çalışmaları oldu. Halen kendi arşivinde tutmasına rağmen, pek fazla kişiyle bu kayıtları paylaşmamıştır. Üniversite yıllarını ise Trabzon'da geçirdi. Bu yıllar içerisinde tamamen müziğe yöneldi. Uzun sap bağlama ile başlayan müzik hayatına Türk Halk Müziği korosunda vokallik yaparak devam etti. Sonrasında ise THM'den ayrılarak gitar çalmaya başladı. Popüler müziğin yakınından geçmeyen, daha çok "roborock" türüne yakın olan besteler yapmaya başladı. Müzik hayatına da sadece kendi şarkılarını çalarak devam etti. Üniversite hayatı sonrasında İstanbul'a döndü ve İngilizce dil eğitimini tamamladı. Çok geçmeden askerlik tecilini kaldıran Üstündağ, Artvin'de askerlik görevini yerine getirdi. Askerden döndükten sonra ise, pazarlama sektöründe işe başladı. Aynı yıl içerisinde Folklor dünyasına adımını attı. Tüm bunların yanı sıra, çalışma hayatı ile birlikte Yalan Yalnızlık ve Sanat Şey projelerini başlattı.

Bir yanıt yazın