Evsizler
“’Su, bir gün çok değerlenecek.’ diyenler yanılıyorlar. Kendi çaplarında haklılar ama buna gerek kalmayacak çünkü ağaçları yok ederek katlettiğimiz yuvamız bize nefes alacak tek parça oksijen bırakmayacak.“
Bu, babamın ölmeden önce okuduğu son kitapta altını çizdiği bir cümleydi. Sürekli “Her zaman birileri geleceği görebiliyor, bizim yapmamız gereken ise onları bulmak.” derdi. Ne demek istediğini sadece ben değil, bu deliğe tıkılmış herkes anlıyor sanırım. Buradan çok daha uzak bir galakside geçen hikâye olmasını tüm yaşayanlar ve ölenler dilerdi ama her şey burada geçti ve geçiyor.
Ben daha vitamin olmak için bir ağaç ararken, insanlık yaşamaktan çok daha fazla şey istiyordu. Her şeye sahip olmak, hükmetmek ve daha uzak gezegenlere ulaşmak; en büyük hedefleriydi. Sadece insanlara değil tüm varlıklara hükmetmeyi istemek nasıl bir aptallık, nasıl bir açgözlülük…
Her şey, yakınlardaki bir gezegene ilk maden ocağı kurulduğu zaman başladı. İnsanlar verilen maaşın fazlalığını duyunca hemen atladılar. Ucuz işçilik için kendinden başka insanları kullanmak. Dünyanın en büyük zenginliği bizlerdik; “İnsan”. Tüm tarih bunlarla dolu ama hâlâ öğrenememişiz. Her şey aile içindi, daha güzel bir yaşam için ama planlar yolunda gitmedi. Bir sonun başlangıcında ilk imzayı atanlar asla unutulmazlar. Şimdi, sonunu yaşayan bizler her yeni güne uyandığımızda isimlerini tek tek sayarak küfrediyoruz.
Kurulu olan enerji santralleri, uzaydan gelen hammaddeleri işlemek için yeterli değildi. Daha büyüklerini inşa ettiler ve binlercesini. Boyları bulutlara ulaşanına tanık olmuşluğum vardı. Sadece bizim kentimizde yüz yirmi altı binden fazla enerji santrali vardı. Koca Dünya, fabrikaya dönüştürüldü. Tabii ki ölümü de çok uzun sürmedi. Deprem, sel, heyelan gibi bir çok felaket gerçekleşmeye başladı. San Andreas ve Kuzey Anadolu fay hatları gibi fayların hareketlenmesi her şeyin sonunu getirdi. Enerji santrallerine yakın bölgelerde oluşan depremler yıkımlara ve patlamalara sebep oldu. Etrafa yayılan zehirli gazlar ve radyasyon bizi evimizden etmişti. İşverenlerimizin kaçabileceği kendi gezegenleri varken bizim gidecek tek yerimiz yine burasıydı. Enerji üretmek için yaptığımız santraller yuvamız oldu. Yayılan radyasyonun önüne geçilemedi. Yönetciler çare bulmak için daha yüksek makamlara başvurdu, daha yüksek makamlar ise yuvalarında keyif çatan patronlara danışıyorlardı. Sonucun beklenemeyecek kadar geç geleceğini biliyorduk. Hava her geçen gün daha da zehirleniyor ve maskesiz artık dışarıda nefes alamıyorduk. Santraller için inşa ettiğimiz soğutma kulelerini kurşunla kaplayıp üstünü kapattık. Geriye kalan tek şey, dışarıdaki oksijeni temizleyecek bir makine yapmaktı. O makineyi yapan ve beraberindekilere yeniden yaşama umudu veren kişi babamdı. Umut yürüyüşüne çıkana kadar beton ve çelikten oluşan bu kentin yöneticisi oldu. Umut yürüyüşü iki şekilde yapılır. Bir: Ölmeye yakın insanların kent dışına atılması anlamına gelir. Ellerine bir telsiz verilir ve gidebildikleri yere kadar gördüklerini anlatması beklenir. İki: Kurallara uymazsanız elinize telsiz verilmez ve öylece gönderilirsiniz. Bu daha önce bir kere olmuş. Tüm bunlar, sonraki yöneticilere aktarılmak üzere babam tarafından bir deftere yazıldı.
Bugün babamın yazdığı defteri okuyabildiğim gün. Kentin yeni yöneticisi olduğumda babamın neler hissetiğini anlayacağımı düşünürdüm ama olmadı. Farklı olan bir şey yoktu. Daha az konuşuyor, daha çok çalışıyordum; seralarda, elektrik dairesinde ve oksijen temizleme makinesinde. Yapılacak her işte ben vardım. Yönetici de dahil olmak üzere umut yürüyüşü dışında dışarı çıkmak yasaktı. Oksijen makinesinde iş için metal gökyüzüne her yaklaştığımda, merdivende kalan son on yedi basamak içimi titretiyordu.
Yöneticiliğe geçeli yirmi yedi yıl olmuş, her yıl benden daha çok şey götürmüştü. Babamdan ve diğer yöneticilerden kalan defterleri yalayıp yutmuştum. Babam gibi, her yönetici bir defter tutmuş ve dönemlerinde gelişmeleri kaydetmişti. Tekrar tekrar okuduğum şey ise 11. Yönetici döneminde kendi isteğiyle umut yürüyüşüne çıkan kadın. Kadına telsiz verip göndermişler daha sonra ne yürüyüş üzerine ne de bu olay hakkında herhangi bir not düşülmemiş. Altına ertesi gün yapılan tamirat hakkında not düşülmüş ve başka günlerin notları ile devam edilmiş. Her okuduğumda sanki yazılanlar değişecekmiş gibi bir hevesle bakıyordum deftere.
Elektrik dairesinde oluşan arıza, bizi birkaç gün mum ışığına mahkûm etti. Sadece gün içerisinde çalışma zorunluluğu olanlara mum ve gerekli kullanım talimatları verildi. Üç dört senede bir, nadiren olurdu elektrik kesintisi.
Elektrik dairesinde çalışırken mum ışığına dalmış olarak buldum kendimi, önce babamın defterini okuyarak yâd ettim onu daha sonra favori bölüme geçtim. 11. Yönetici’nin defteri. Mum ışığında harfleri seçmek zordu olabildiğince muma yaklaştım. Yıllardır okuduğum sayfalar yine aynıydı fakat kadının bahsedildiği sayfada ezikler daha belirgindi. Mum ışığından yararlanarak okumayı denedim fakat olmadı. Cebimden kalemi çıkardım ve ezik olan bölgeleri hafifçe karalamaya başladım. Başlarda anlamsız harfler ve birbirine bağlayamadığım kelimeler vardı ama hepsini bir araya getirince daha önce yazılıp silinmiş bir not ortaya çıktı.
“BURADA MAVİ BİR GÖKYÜZÜ VAR”