Genel

Dune ve Vakıf: Diktatör Eğilimleri Açısından İki Farklı Evren

Okuduğunuz bilimkurgu kitaplarını zihninizde canlandırın. İyisiyle kötüsüyle onlarca kitabı okudunuz ve yüzlercesi hakkında da fikir sahibi olduğunuzu biliyorsunuz. Birçoğunu favori kitaplarınız arasında saysanız dahi bazı kitapları her zaman daha fazla seviyorsunuz. Mesela Dune ve Vakıf serisine ait kitapların, muhtemelen çoğumuz için şimdiye kadar yazılmış en başarılı bilimkurgu kitapları olduğunu söyleyebiliriz.

Zaman zaman bu iki önemli seriye ait kitapları tekrar okumayı ve aklımda kalan parçaları diri tutmayı seviyorum. Geçtiğimiz haftalarda Dune Tanrı İmparatoru’nu (serinin dördüncü kitabı) okurken az önce adını verdiğim diğer seri ile aralarında çok net bir benzerlik dikkatimi çekti. Gerçi bu durum elbette ki çoğu kitapta da uygulanıyor. Ancak bu serilerin iyi bir okuyucusu olarak özellikle dikkat çekmek istedim.

Dune ve Vakıf üzerine görsel

Her iki seride de adına ne dersek diyelim demir yumruk yönetiminin okura benimsetilmeye çalışılması gibi bir hadise mevcut. Vakıf serisinde yazar Isaac Asimov bunu Vakıf adlı kurum ile gerçekleştiriyor. Dune içinse Frank Herbert bir kişiyi bu konumda kullanmayı tercih etmiş; Tanrı İmparator Leto Atreides. Bir taraftan serinin başından beri karşılaştığımız bir güç odağı var. Diğer yanda ise bu güce kavuşmak için seride dördüncü kitaba ulaşmamız gerekiyor. İki farklı seri ve hikayenin dönüm noktası olan bu tercihler, neleri değiştirmiş ya da etkilemiş? Zorunlu hal hissi uyandıran tercihlerin ortak noktaları neler? Gerçekten böylesine kapsamlı bir değişiklik ya da kontrol zorunlu muydu?

Dune ve Vakıf

Vakıf Sen Çok Yaşa

Isaac Asimov, genç yaşlarda okuduğu Edward Gibbon imzalı Roma İmparatorluğunun Gerileyişi ve Çöküşü Tarihi adlı çalışmaya çok şey borçlu. Zira şimdiye kadar yazılmış en iyi bilimkurgu serisi olarak tescillenen (bu alanda Hugo Ödülü sahibi) Vakıf Serisi bu okumalardan ilham alınarak kaleme alınmış. Hikayede kaçınılmaz bir çöküşe doğru ilerleyen galaktik bir imparatorluk karşımıza çıkıyor. Mutlak bir yıkım kapıda ve bunu engellemenin hiçbir yolu yok. Yapılabilecek tek bir şey var. Çöküşün etkilerini azaltmak. Hari Seldon adında bir bilim adamı bu düşünceyle ve psikotarih bilimindeki uzmanlığı doğrultusunda bir vakıf kurulmasını önerir. Eğer insanlığı bekleyen on binlerce yıllık barbarlık dönemini en az hasarla atlatmak istiyorsak evrenin en ücra noktasına bir vakıf kurmalı ve tüm bilgi ve deneyimlerimizi burada saklamayalıyız der. Dediğini yapar ve söz konusu kurum hayata geçer. İmparatorluk yıkılır ve geriye kalan yıkıntı da Vakıf her konuda güç sahibi olur.

Vakıf fikri, neden ihtiyaç duyulduğu, olmazsa olmaz olduğu konusunda düşünceler. Hepsi. Yazarın hikayeyi daha etkileyici kılmak adına bu fikri tercih ettiğini söylemek mümkün. Belki de bilginin tekel halinde olması ve gerektiği anda cimrice paylaştırılması düşüncesini gerçek yaşamda da savunduğu için(!) vakıf düşüncesi ortaya çıkmıştır diyebiliriz. İkinci söylediğime ben de inanmadım. Her iki durumda da değişmeyen bir gerçek var. Vakıf adlı yapı, kelimenin tam anlamıyla diktatörlük yönetimin kulağa en hoş gelen halidir.

Evet, imparatorluk rejimi pek de sevimli bir düşünce değil. Evet, monarşi her devirde sorun çıkarmaya meyillidir. Evet, barbarlık ve kaos asla tercih etmediğimiz bir şey. Ancak Vakıf da bu durumların hiçbirinden daha iyi değil. Kurulma aşamasındaki hengameyi ve göreve başlaması ile patlak veren çatışmaları hatırlayın. Ya da imparatorluktan arta kalanlarla Vakıf yönetiminin arasında yaşananları düşünelim. İnsanların hayatını daha yaşanır hale getirmek için yola çıkan bir düşüncenin gittikçe yozlaştığını göreceksiniz. Bu, her sıkı yönetimin kaçınılmaz olarak varacağı nokta. Ya iç savaş çıkar ya da daha kötüsü olur; sonuçta bütün bir insanlık bu depremin artçı sarsıntılarına kapılır.

Benim bu yazıya yönelmemi sağlayan noktalardan biri de ikinci bir vakıf olduğu ve onu ortaya çıkarmak veya gizlemek için seferber olan insanların mücadelesiydi. Hatırlarsınız Türkçe çeviri de Katır olarak yer alan “özel yetenekleri” olduğu söylenebilecek biri vardı. Sizin benim yapamayacağımız birçok şeye gücü yeten, okurken tedirgin edici bir karakterdi. Vakıf ve ikincisinin tüm gücünü elde etmek için yapamayacağı şey yoktu. İnsanları öldürmek ve yönetimleri dize getirmek ilk tercihleriydi. Ancak ne yaparsa yapsın mutlu bir sona ulaşamıyordu. Vakıf onun da çaresine bakıp, tehlikeyi savuşturuyordu. Yani son sözü daima Seldon’un mirası söylüyor. Fiziksel bir diktatör fikrini temsil ettiği için Katır’dan nefret etmenin kolay olduğunu ancak temelde Vakıf ile aralarında hiçbir fark olmadığını söyleyeceğim. Bakalım kaç kişi olur mu öyle şey diyecek. Bunu söylemeden önce cevaplanması gereken bir soru var; sizin için en iyisini yapıyoruz diyen kaç yönetime koşulsuz güvendi insanoğlu ve kaç tanesi bu güvene ihanet etmedi? Vakıf her şeyi öngörmüş, her şeye hazırlık yapmıştı diyenlere de cevabım Katır’ın kendisi. O tahmin edilememişti.

Vakıf konusunu şimdilik burada bitirelim ve Frank Herbert’in Dune Tanrı İmparatoruna geçelim.

Tanrı İmparator’a Şükürler Olsun

Bir hikayede fiziksel bir tanrı nasıl yazılır, nasıl davranır merak edenlerin ilk adresi olabilecek bir karakter ile karşı karşıyayız. II. Leto Atreides yani bilinen adıyla Tanrı İmparator, Dune evreninde eşi benzeri görülmemiş bir güce ulaşıyor. Serinin üçüncü kitabının son bölümünde bu gücün sinyallerini yakalamıştık. Onda farklı bir şeyler olacaktı. Çölün anatomisini ya da biyolojik evrimini kendi bedeni için uyarlaması ve insanlık tarihinin en büyük gücü haline gelmesi bütün bir serinin en önemli olaylarından biriydi. Babasından miras kalan imparatorluğu binlerce yıllık bir ömürle birlikte kulağa gayet acımasız gelecek yöntemlerle yönetmesiyse tam da beklediğimiz şeydi.

Vakıf serisinin aksine buradaki yönetimin dikta olduğu açık açık söyleniyor. Bilinen evrenin her yerinde söz sahibi olan Leto, artık insanlığını da kelimenin gerçek anlamıyla bir kenara atmıştır. Bir kum solucanı bedeninde yaşamını sürdürür ve kitap boyunca adını sık sık duyduğumuz Altın Yol için kendisini feda etmiştir. Feda etme noktasında evet, artık insani hiçbir duyguya ya da hisse sahip olamaz. Duygusal ya da cinsel hayatı bitmiştir. Tek bildiği şey yaşayıp yönetmektir. Bunu yapmasının, bu yolu seçmesinin nedeni olarak da insanlığı bekleyen felaketleri okuruz. Yani Leto’nun yani tanrının açıklaması bu yönde. İnanmaktan başka çaremiz yok, değil mi?

Leto’nun yönetiminde her şey ama her şey onun kontrolü altındadır. Artık ortalıkta kum solucanı olmadığı için melanj üretimi de söz konusu değildir. Az miktarda baharata da hakim olması onu mutlak güç haline getirir. Lonca ve rahibe sınıfı onun huysuz işbirlikçileri olur. Ve beni en çok hüzünlendiren detay olarak Dune artık yemyeşil, verimli bir gezegendir. Çöl unutulmuş bir anıdan ibarettir. Fremenler bile asimile olmuş, geçmişin heybetinin kötü bir kopyası halinde yaşarlar. Tanrı her şeyi ama her şeyi değiştirmiştir. Bunların her birinin, evrendeki tüm yaşamın değişmesinin tek çare olduğunu yoksa her şeyin daha kötü olacağını ileri sürer. Belki de gerçekten öyledir zira geleceği ziyaret edebilen birisi -hem de tanrı olduğunu söylüyor- ne derse inanmaktan başka çaremiz yok. Peki ama tercih insanlara bırakılsaydı? Değişim bu denli hızlı değil de yavaş olsa ve insanlar uyum sağlayabilseydi? Evrenin evrimi için tek bir insan değil de bütün insanlık bilmeden çaba harcasaydı? Belki de Tanrı haklı olacaktı, bizleri bekleyen çöküşü engellemek mümkün olmayabilirdi.

Ancak… Yine de böyle olması mı gerekiyordu. Binlerce yıl sonrası için o anda hayatta olan insanlardan vazgeçmek doğru mu? Nesiller sonrasına yön vermek için eziyet altında yaşamak. Leto böyle olduğunu söylüyor. Ne de olsa o insanlığını, insanlık için bir kenara atmış birisi. En büyük fedakarlığı kendisi yapmışken onu eleştirmek haksızlık değil mi? Değil. Tek bir kişinin her şeye kadir olduğunu düşünmek. Kitlelerin çöküşüne sebep olan asıl haksızlık ve yanlışlık burada.

Dune ve Vakıf: Aynı Düşünce, Farklı Metinler

Asimov ve Herbert’in Dune ve Vakıf serilerinde yer verdikleri bu durumun özel bir adı, terimi var mı bilmiyorum. Ben kısaca diktatörlük diyeceğim. Her iki hikayede de karşımıza çıkan durumun en net izahı bu. Vakıf bunu yaparken daha ılımlı bir yol izliyormuş gibi duruyor. Bilim ve teknolojiyi koruyacağız diyerek hem okurların hem de hikaye evrenindeki insanların gönlünü çeliyor. Kişi olarak değil de bir kurum halinde, geleceğin dünyasına şekil vermek, bahsi geçen kaos ortamını engellemek için kendi kargaşa ve kaos düzenini getiriyor. İnsanlığın geleceği için böyle olması gerekiyor diyerek yaptıklarını “makul” gösteriyor. “Psikotarih biliminde hata payı yok denecek kadar azdır” deniyor ancak bir adam bütün bir oluşumu tehdit ediyor. Yani her zaman süprizlere açık olmak gerekir. En iyisinin ne olduğuna yaşamadan karar vermek cahilliktir. Ne ki geleceğin dünyasında bu olsa olsa böyle bir hikaye için tek çıkış yolu olabilir.

Dune tarafında ise açık açık bir imparatorluk yönetimi söz konusu. Leto izin vermeden gerçek manada kuş uçmuyor. Özel bir varlık seviyesine yükselen ve her şeye gücü yettiği dile getirilen bir diktatör. Diğer örnekte olduğu gibi tatlı dil ya da vaatler yerine açık açık demir yumruk uygulaması göze çarpıyor. Altın Yol adındaki ideal uğruna tüm bir evrene eziyet ediyor. İstediği her şeyi yaptığı gibi sürekli olarak “iyiliğiniz için” demekten geri kalmıyor. Dune yapısı gereği böyle bir yönetimin sürekli yer aldığı bir hikaye. Leto’dan önce Paul buna yakın bir yönetim tercih etmişti. Ondan önce de Shaddam vardı… Yani galaktik bir imparatorluktaysanız mutlaka imparatorunuz olacaktır, çok basit. Ancak hiçbirisi Leto seviyesine ulaşamamıştı. Altın Yol’u tercih etmenin zihinsel ve bedensel yıpratıcılığı bunun en önemli gerekçelerinden biri olsa gerek. Tıpkı önceki hikayedeki psikotarih bilimi gibi.

İki farklı hikaye evreni, ortak bir yaklaşım. İki farklı yönetim gibi görünse de aynı kapıya çıkan iki ayrı güç odağı. Dune ve Vakıf okumaktan en çok keyif aldığım seriler arasında. Böyle bir yazı yazmamın sebebi de tam olarak bu. Eleştiri amacının dışında, fark ettiğim benzerlikler ve doğru olmadığını düşündüğüm noktalara dikkat çekme çabası. Ne de olsa her geçen gün biraz daha can sıkıcı olan ülke gündemi, örnek verdiğim metinlere bir hayli benzeme çabası içerisinde. Özellikle hala kendisini hanedan torunu zanneden insanlarla aynı coğrafyayı paylaşmak Müze Fremenleri ile yaşamaya yakın bir duygu haline geldi…

Paylas:
error0
fb-share-icon20
Tweet 20
fb-share-icon20
Zülfikar Yamaç

Zülfikar Yamaç

Beş yılı aşkın bir süredir kitap mağazalarında çalışıyor. Hemen hemen aynı zamandan bu yana çeşitli internet sitelerinde ve dergilerde kitap inceleme ve eleştiri yazıları yazdı, yazmaya devam ediyor. Bilimkurgu kitapları ile arası iyi. YouTube işlerine de bulaştı. Bilimkurgu Sözlüğü yazıyor, ne zaman biter bilinmez.

Bir yanıt yazın