Oyun

Detroit: Become Human

*Dikkat bu yazı 2018 yılında çıkan Detroit: Become Human hakkında spoiler’lar içermektedir.

İnsan Olmak Nedir?

2038 yılında Amerika’nın Detroit kentindeyiz. Yeni bir Sanayi Devrimi dalgasını takip ederek gelişmiş ve teknolojinin gözbebeği haline gelmiş Detroit portresi var karşımızda. Aylardan Kasım, ayın 8’i her şeyin yavaştan değişmeye başladığı o gün… Her ütopyanın aslında bir distopya olduğunun kesin kanıtı bile diyebiliriz. Dünya üzerinde 2. bir kölelik dalgası başlamış vaziyette fakat insanlar bunu umursamıyor, Android’lerin daha bundan haberi yok. Çünkü onlar bizler gibi hareket etseler dahi bizim gibi düşünemiyorlar. İşte böylesine bir gelecekte üç farklı Android’in hikayesini oynayarak hatta şekillendirerek onlara hayat veriyoruz. 2018 yılında çıkan Detroit: Become Human insan olmayı, düşünmeyi ve sağlıklı kararlar verebilmeyi sağlıyor.

Detroit oyununu karakterler üzerinden anlatacağım fakat girişteki hikayeyi biraz daha açmak istiyorum ki karakterleri, evreni ve felsefeleri sizlere daha iyi aktarabileyim. 2038 yılında Detroit merkezli CyberLife’ın ürettiği, insandan ayırt edilemeyen Android’ler dünyanın dört bir yanına dağılmıştır. İnsanlara koşulsuz her fırsatta itaat eden, onların her türlü zevk ve çıkarlarını gerçekleştirmek zorunda olan makinelerdir. Kısaca insanların yeni köleleridir. Oyunun hikayesi işte tam bu kırılma noktasında başlıyor. Son yıllarda geliştirdikleri kusursuz bu makinelerin bazıları hata vermeye başlamış ve insanlar gibi duygular elde etmeye başlamışlardır. Bu makinelerin takıntılı olduğu bir ‘’rA9’’ adlı bir ‘Aykırı’ vardır. Aykırılar insanların, bozuk makinelere verdiği addır. Oyunun ilk görevinde karşılaştığımız makine Daniel bile kendisinin değiştirileceğini öğrendiği zaman duygularına hakim olamayıp uzun süredir hizmet ettiği evi birbirine katmıştır. Aslında makinelerin uyanışını anlatan ve efendilerine karşı geldikleri bir hikayeye sahip oyun ve bu hikayeyi bize üç farklı gözden, üç ayrı hikayeyle anlatıyor. Karakterler üzerinden hikayeye devam etmek istiyorum.

Connor

Çevremde bu oyunu oynayan herkesin favori karakteri neredeyse hep Connor olmuştur. İlk oynadığımda ben de Connor’un hikayesinden etkilenmiştim ve hatta Connor en sevdiğim oyun karakterleri arasına adını yazdırmıştı. Connor aslında bir polis android. İşlevi emirleri uygulamak ve sonuca erişmek için her yolu yapmaktan çekinmeyen bir makine. Öyle ki, kendisini öldürmesi gerekiyorsa bile tereddüt etmeden öldürecek kadar sadık bir makine. Kendisi de sürekli ‘’ben sürekli görevlerimi tamamlarım’’ der, sonucunu düşünmez bile. Connor yaratılış amacı gereği görevlerini tamamlamak zorunda fakat Hank ile olan ilişkisini de korumak zorunda. İşte burada bizim seçimlerimiz devreye giriyor. Örneğin, kaçan Android’leri bağışlayıp bağışlamamak, sonuç olarak Connor her görevini tamamlamak zorunda olan bir karakter fakat Hank -Connor’un yanındaki Teğmen, insan- bazen Android’lerin bağışlanması gerektiğini düşünüyor. İşte oyun bize burada insan olmanın ne olduğunu sorgulatıyor.

Markus

Oyunun ana odağı olması gereken fakat Connor’un gölgesinde ezilmiş bir karakter bana kalırsa. Oyunun direkt ana karakteri bile diyebiliriz çünkü Markus, Android’lerin uyanışından sonraki lideri -en azından öldürmediğiniz sürece- konumuna geliyor. Markus, çok güzel bir hayata sahip olan bir Android, en azından diğerlerine göre öyle. Çünkü onu hor görmeyen, insan olmayı öğreten bilge bir sahibi var. Carl Manfred, kendisi tekerlekli sandalyeye bağlı yaşayan ünlü bir ressam. Detroit’in önde gelen elit isimlerinden birisi de diyebiliriz. Carl’ın en büyük eksikliği bir evlada sahip olamaması. Aslında bir oğlu var fakat kendisi uyuşturucu bağımlısı birisi bu yüzden Markus’u kendi oğlu gibi görüyor ve ona sevgisini hissettirebiliyor. Aslında böyle bir ortamda Android olan Markus’un direnişin başına geçiyor olması çok garip sonuç olarak yediği önünde yemediği arkasında bile diyebiliriz. Bir yanlış anlaşılma sonucu vurulan ve hurdalığa atılan Markus, hurdalıktan kaçarken kendisine sadece Android’lerin bulabileceği bir adres verilir böylelikle Markus’un kahramanlık hikayesi başlar. Markus’un istediği tamamen eşit haklar ve Android ırkının insanlar tarafından tanınmasıdır. Burada kontrol yine bize geçiyor ve ekibimizle barışçıl ya da şiddet yanlışı bir devrim yapıp yapmayacağımıza karar verebiliyoruz. Verdiğimiz kararlar ekipteki ilişkilerimizi değiştiriyor ve hatta insan kamuoyundan destek bile alabiliyoruz. İnsanları katledip bir zafer de elde edilebilir fakat Markus’un Connor’dan ayrılan noktası onun duygularının olması. Yıllardır Carl’a yardım edip, ondan Androidlerin ve insanların barış içinde yaşadığı bir dünya ütopyasını dinleyen Markus’un devrimini biz yönlendiriyoruz ve kendimizle yüzleşiyoruz. Markus’la beraber Android’lerin insan olma yolculuğuna çıkıyoruz.

Kara

Diğer aksiyonu bol iki hikayeden sonra çoğu oyuncuya göre hikayesi yavan kaçıyor fakat güzel işlenen dramaların bir hayranı olan ben, Kara’nın hikayesinden çok etkilendim. Yeri geldi ekran başında ağladım, Kara’nın duygularını hissettim ve yanına aldığı kız çocuğu Alice için kendimi feda etmeyi düşündüm. Kara’nın hikayesi tamamen drama odaklı. Şiddet yanlısı bir babanın evinden kaçan kız çocuğu ve annenin hikayesi adeta. Hatta oyunun ilerleyen kısımlarında Kara, Alice için bir anne modeli oluyor. Yeri geldiğinde onun için kendisini feda edebilecek kadar ileri gidiyor. Hikayenin birleşme noktasındaki rolü Connor ve Markus’la çok büyük bir etki yaratamadığından olsa gerek sanki bir ara oyunmuş gibi lanse ediliyor. Ben ise aksiyona ve gerilime doyduğum anlarda Kara’nın hikayesini oynarken kafamı toparlayıp kendimi bu sevgi, fedakarlık ve umut dolu hikayenin kollarına bırakıyordum. Kara’nın hikayesi bize içimizdeki sevgiyi körükletiyor ve insan olmanın en zor kısımlarından birisiyle karşı karşıya bırakıyor; duygularımızla yüzleşmek ve onlara karşı gelip en mantıklı kararları vermek.

Oyunun her hikayesi insan olmanın nasıl bir şey olduğunu bize her daim sonuçlarını aklımızda bulundurarak karar vermemizi istiyor. Oyunun kendi içinde dallanıp budaklanan eşsiz bir hikayesi ve biz oyunculara harika bir sunumu var. Böylesine çok popüler olan yapay zeka insana karşı gelirse o olur sorusuna harika bir perspektif ekliyor ve bizlerin bu oyunu oynarken insan olmanın ne anlama geldiğini sorgulatıyor.

Paylas:
error0
fb-share-icon20
Tweet 20
fb-share-icon20

Kerem Can Bayramoğlu

2001, İstanbul doğumlu. İstanbul Bilgi Üniversitesinde Sinema Televizyon bölümünde okuyor. En büyük hayali sinema sektörü için katkıda bulunmak. Lego ve plak koleksiyoneri. Çizgi romanlar, Rock müzik ve video oyunları diğer ilgi alanları. Kendi kendine senaryo denemeleri yazıp kısa filmler çekmeye çalışıyor.

Bir yanıt yazın