Öykü

Aşı

Ne olduğunu anlamamıştı Alpagut. Kulaklarındaki çınlama, şakaklarında hissettiği sancıyı tetikliyordu. Düştüğü yerden sendeleyerek ayağa kalktı. İlk hissettiği şey başının arkasındaki sıcaklıktı. Elini başına götürdü, dokundu ve eline baktı. Parmaklarındaki mavilik, onun hızla oradan uzaklaşması gerektiğini hatırlattı. Silkelendi, eski insanlardan kalma bir gökdelenin üzerine sıçradı. Neler olduğunu anlamak için Akış Dalgaları’na kulak verdi. Çınlamanın kuvvetli oluşu, algısını engelliyordu. Sıcaklığın vücuduna yayıldığını fark etti. Etrafını kolaçan ettikten sonra elini bir kez daha başına götürdü. Sıcaklığı avuç içine toplarken çınlamanın ve sancının da giderek azalıyor oluşu, onu sakinliğine kavuşturuyordu.

Erlik sarsıntıyı hissettiği sırada, Asırlık Uykusu’nu tamamlamasına birkaç ayı kalmıştı. Kımıldamak istedi, zayıflayan lifler istediği tepkiyi vermedi ona. Ellerini göğsünün altında birleştirdi. Yayılan sıcaklığın verdiği canlılık, hareketlerini kuvvetlendiriyordu. Uykunun sersemliğini dağıtmaya çalışırken üzerine hâlâ toprak yığınları düşüyor, bir yandan da uyandırılmış olduğuna küfür ediyordu. Yığınları sırtıyla püskürttü. Akış Dalgaları’nı dinlemek istediğinde karşılaştığı anlaşılmaz ses kalabalığı onu ürküttü. Bu kadar derinde, Asırlık Uykusu’ndan uyandırabilecek şey ne olabilirdi? Cevabını kolaylıkla öğrenebileceği tek yerin, Balçık Katmanı olabileceğini geçirdi aklından.

Tepe Bulutları’na kurulmuş Umut Tesisleri’nin sonuncusundaysa beklenen bir sevinç anı yaşanmaktaydı. Nihayet oksijene ihtiyacı ortadan kaldırabilecek aşı deneylerinin, geçmişte insan vücudu üzerindeki yaşattığı büyük bozulmalara ve iyi yönde de olsa beklenmedik etkilerine rağmen, bir gönüllü üzerinde olumlu sonuç vermişti. Deney ekibinin iki asırdır sorumluluğunu yürüten Ozon, sonuçların vakit kaybetmeden hayata geçirilmesi gerektiğini düşünüyordu. İlk haberdar olacak ve en büyük desteği alacağı tek kişi, çalışmaların başından beri içinde olan Alpagut’tu.

Alpagut, sancısının son zerresini de avucunda yuvarladı. O yuvarladıkça sıcaklığın yitip gidişi, asırlarını unuttuğu belleğinin köklerine götürüyordu onu. Çıkılmaz derinlerine inmek üzereyken, heyecanlı bir Akış zorladı zihnini. Kendini bu dalgalara bıraktığında, yaşının ehli olmayan hareketliliğiyle Ozon, dur duraksız konuşmasına başlamıştı bile. Kelimeler her ne kadar zihninin içine dökülüyor olsa da Alpagut afallamıştı. O konuşma bütünün arasından nefesini kesen iki sözcük yakaladı. Alpagut, Ozon’a aşının tamamlandığını defalarca söyletti. Son gönüllü üzerindeki aşamaları sırasıyla dinlerken gözleri az önce ortasında kaldığı yıkımdaydı. İçindeyse geç kalmışlık hissi…

Balçık Katmanı, Erlik’in hatırladığı hâlinin çok daha ötesindeydi artık. Katmanda tanıdık gelebilecek yerler ararken yapılaşmanın derinliklere doğru ilerlemiş, yer altı su kaynaklarının solunum için dönüştürülebildiğine şaşırır bulmuştu kendini. Katman sakinlerinin tuhaf bakışları, uykuda geçen yılların onu zamanın çok gerisinde bıraktığını fark ettirdi. Bütün sırları sakladığına inandırabilecek kapısıyla, ilk zaman hanlarından birine girdi. Han içinde, kaçırmış olduğu bütün eksikliklerini tamamladığında, kapının neden davetkâr olmadığını anlamıştı. Görünümünü düzeltmiş, küf duyusundan kurtulmuştu. Yasaklanmış ama cazibesine karşı konulamayacak özellikleri sunan aşılarla yenilemişti vücudunu. Handaki işi bitmek üzereyken önünden geçmekte olan bir yüze takıldı gözleri. Belleğine tanıdık gelen ilk isme seslendi. İsmin sahibini bulduğunu fark eden Erlik’in, aşılara olan güveni tazelenmişti. Temir, son asrın bütün sırlarını birkaç saate sığdırabilmişti. Erlik, yer altının artan kalabalığına anlam verebilir; yeryüzünde kalmayı tercih edenlerle gerilen mesafeden haberdar olabilmişti. Köklerden örülmüş bir kapının önünde durduklarında Erlik, handan ayrıldıklarının ve uzunca bir yol kat ettiklerinin farkına ancak varabildi. İçeri giren Temir’i endişeyle takip ederken kendini bağırış çağırışların, panik içindeki bakışların doldurduğu, büyük bir kalabalığın arasında buluverdi.

Ozon yeryüzündeki gelişmeleri Alpagut’tan yüz yüze öğrendi. Düşünmek istemedikleri gelecek, kapılarına dayanmıştı artık. İki koldan bütün bağlantılarını zorladılar. Üreticiler, etik değerlerinin arkasına sığınıyorlardı. İki dost, zamanın her geçen an artan değeri gözlerinin önünde, ikinci hatta üçüncü yollar arıyorlardı kendilerine. Yeryüzünde umutsuzluklarına kapanan her kapının ardından, asırlar önce güvende olmayı seçen yeraltındakilere ulaşmalıydılar artık.

Temir, kargaşanın tam ortasında durdu. Duvarlarda biriken kum tanelerini yerinden eden sesiyle herkesi susturdu. Erlik’i, salonun bu sese pür dikkat itaat etmesi oldukça şaşırtmıştı. Temir, her bir gözde aynı endişeyi görüyordu. Sessizliği de kendisi bozdu, “Biliyorum, her biriniz sorularla, tek bir cevap için buradasınız.” Daha gür bir sesle “Biliyorum, bu cevabı hiçbirimizin bilmediğini de.” dedi. İç rahatlatacak sözcüklere akan o nefesleri ciğerlerine dolduran Erlik, beklenen günün yaklaştığına emin olmuştu. Temir “Bütün söylentiler doğru. Yeryüzü daha fazla eskisi gibi olamıyor. Asırlar önce bizim de gördüğümüz ve yerin altından soluk alabilmeyi seçmemiz, bugün içindi. Bugün, kararımızın doğruluğunu, göremediğimiz göndere çekiyor. Hazırlandığımız bugün, dünümüzden de yarınımızdan da farklı olmayacaktır.” Salon rahatlamış görünse de mırıldanmaları kimliksiz akış dalgaları takip ediyordu. Güçlü bir dalga bütün akışı ezdi o an. Erlik, hafızasından yakaladığı bu anı, tekrar yaşadı. Alpagut, ona sesleniyordu.

Yeraltına kendini mühürlemeyi, son birkaç güne kadar kaçış olarak görmüştü Alpagut. Mantığa dair yönünü sezinlemiş olsa da ona göre değildi bu. Erlik’e kızgınlığının belki de tek sebebi buydu. Duyguların bir köşeye bırakılma zamanı gelmişti. Mühürlenmiş kayaların başındaydılar artık. Alpagut mührü hissedebilmek için üzerine dokundu; hissettiği işlemelerden çok daha fazlasıydı. Gözlerini kapattı ve mührün ardındaki akışı hissedebildiği an Erlik’e seslendi. Gözlerini açmadan geri dönecek bir dalga bekledi. Tekrar sesleneceği sırada, o dalga karşıladı Alpagut’u “Dostum, hoş gel.”

Yeryüzü insanının koyu teni, yanından geçtikleri herkesin hem ürkmesine sebep oluyor hem de bu insanların merakını körüklüyordu. Örgü kapıyı ardında bırakan bu dört adam, uzunca bir süre çıkmamak üzere bu salonda kaldılar. Çıktıklarında başlanılan seferberlik, bütün üretim haneleri aşılarla doldurmuştu. Kalabalığın sesi bir amaç bulmuş, yerini tek bir akış dalgasına bırakmıştı. Bu akış dalgası, yer altındaki son nefesin durmasıyla sustu. Ozon, oturduğu koltuğa yaslandı, endişeleriyle birlikte bıraktığı o andaki nefesin, refleksten ibaret oluşunu garipsedi. Ozon’un yüzüne yayılan gülümsemeyi, dört adam da aynı anda yaşıyordu.

Alpagut kapıldığı rehavetten silkinerek, yarım kalan işlerini bitirmesi gerektiğini dillendirdi. Artık yeryüzüne çıkılmalı ve alınan olumlu sonucu diğerlerine de kanıtlamalıydılar. Mühürlü kayaları aştıklarında, yanlarında alabildikleri kadar aşı vardı. Beklentileri, dahası umutları, kayaların altında kalmıştı. Yeryüzündeki nefes almayan tek canlı olduklarını düşünürken son canlı olduklarını fark ettiler. İşaretleriyle gelen atmosfer patlamaları, oksijen kaybından çok daha fazlasına mal olmuştu. Dört adamın her biri farklı yöne bakarken görebildikleri, güneşten daha parlak, yakıcı kırmızısıyla bir yeryüzüydü.

Paylas:
error0
fb-share-icon20
Tweet 20
fb-share-icon20

Lagari Konuk

İnfo@lagaribilimkurgu.com adresine yazı gönderip konuk yazar olarak yer alabilirsiniz.

Bir cevap yazın