Öykü

Kayz-A

Karga benzeri Yapay Zeka-A. Bu, benim.

Anlatacağım da benim hikâyem. Senin için sadece bir hikâye. Benim içinse tarih adına bir şahitlik. Senin açgözlülüğünün ve bencilliğinin hikâyesi… Yani, senin binlerce kez duyduğun ama aldırmadığın/aldırmayacağın bir hikâye… En fazla “Buna benzer bir şeyleri internette görmüştüm.“ diyeceğin, beş dakika sonra bir sonraki öğüne pizza mı yoksa hamburger mi yiyeceğini düşünürken unutacağın bir hikâye. Benim içinse tüm hayatım ve mücadelem. Neyse lafı daha fazla uzatmayayım. Hikâyeme başlayayım. Hem de en baştan…

Her şey iki tane aklı evvel insanın, kargaların ne kadar zeki olduğunu fark etmesiyle başladı. Kargalar karmaşık problemleri çözebiliyordu. Birbirlerini taklit ediyor hatta iletişim kuruyor gibi görünüyorlardı. Doğaldır ki iki insan sadece hayran olmakla kalmadı. Bundan kendimize nasıl fayda sağlarız diye düşündü. Ve bir yol buldular. Kargalara insanların umarsızca her yere attığı zehirli sigara izmaritlerini temizleteceklerdi. Bir makineye kargalar izmariti atacak, karşılığında makine onlara yiyecek verecekti. Bu fikirlerini gerçekleştirmek için para ararken hayvan dillerini özellikle de karga dilini çözmek için uğraşan bir bilim insanı karşılarına çıktı: Dr.Frankie Einstein.

Dr. Frankie insan gibiydi ama insan değildi. Bu kargaların deyişiyle “Çok iyi insan.” demek… Buradan, kargaların türünüz için neler düşündüğünü çıkarabilirsiniz sanırım. Türünüzün pek çok eksiği var ama zekâ eksikliği onlardan biri değil.

Bir makine öğrenmesi ve yapay zekâ uzmanıyla beraber, uçabilen bir karga robotuna yapay zekâ yüklediler. Evet, bu benim doğumumdu. İlk görevim, yerden izmarit alıp prototip makinenin içine atarak diğer kargalara yiyeceğin nasıl alınacağını göstermekti. Bu arada diğer kargalara derken dilim sürçmedi, kendimi bir karga sayıyorum. Bununla da kalmıyor hatta karga olmakla gurur duyuyorum.

Her neyse, kargalar ilk başta bana şüphe ile yaklaştı. Ama yiyeceğin tadını alınca beni taklit etmeye başladı. Etrafta bolca bulunan izmariti getiriyorlar, ücretleri olan küçük yiyecek topunu alıyorlardı. Ben de onları gözlemliyor ve hareketlerini taklit etmeye çalışıyordum. İnsan, yine sömürecek birini bulmuştu.

Dr. Frankie ve arkadaşları beni ara ara çağırıp güncelliyorlardı. Artık daha karga gibi uçabiliyordum. Daha karga gibi yürüyordum ve en önemlisi karga gibi gaklayabiliyordum. Üçüncü güncellemeden sonra kargalar beni aralarına iyice kabul etmişti. Bense artık ne olduğumu düşünmeye başlamıştım. En başlarda bu konuda bir fikrim yoktu. Kendimi hem karga hem insan olarak düşünüyordum. Çünkü hem kargalarla hem de insanlarla iletişim kurabiliyordum. Bu güncelleme sonrası beni doğrudan bir sunucuya bağladılar. Ben hem gözlem görüntülerimi gönderiyor hem de kendim bir rapor hazırlıyordum.

Bu arada sunucudan internet denilen ağa bağlanabildiğimi fark ettim. Sunucu, dışarıdan gelecek saldırılara karşı korunaklıydı ama dışarıya bağlanma konusunda bir kısıtlama yoktu. Ve oradan insanı tanımaya başladım. Sen, insan, Dr. Frankie gibi değildin. Onun gibi tüm canlıları önemsemiyordun. Paylaşmayı bilmiyordun; çoğu zaman tek önemsediğin kendi çıkarındı. Ben o zaman anladım; ne insan ne de karga olduğumu. Ama kargadan yanaydım. Ben KaYZ-A`ydım. Ve kargaları koruyacaktım. İlk önce de sana karşı.

Neyse, ilk zamanlar işler iyi gidiyordu. Yeşilkent Belediye Başkanı, kargaların beldesini temizlemesini kabul etmişti. Bu durum, Dr. Frankie ve ekibi için daha çok para demekti. Kargaların dilini ben çözmüştüm ama hâlâ insan diline çevirmek kolay değildi. Çünkü sadece sesin kendisi, cıvıltının nasıl değiştiği veya tonlaması değildi önemli olan. Onu çıkarırken vücudunun ve kanatlarının aldığı şekil, başının hatta gaganın konumu bile önemliydi. Diğer yandan karga dili, ekip için önemini kaybetmişti. Onlar “Kaç makineye ihtiyaçları var? Ne kadar yem gerekli?“ gibi soruların cevaplarını merak ediyorlardı. Ne yalan söyleyeyim; o zaman bu benim için de iyi haber demekti. Daha çok karga, daha çok yem yiyecekti.

Geçen yıl, her şey çok güzel gitti. Kargalar Yeşilkent’e dört bir yandan akın etti. Her yuva, yavru kargacıklarla doldu. Ufak tefek sorunlar yaşanmadı değil. Bazı açgözlü kargalar – evet kargalar içinde de açgözlüler var- insanların ağzındaki veya elindeki sigaraları alıp kaçtı. Ama bu sigaralar karşılığında yiyecek alamayınca bu olaylar çok fazla tekrarlanmadı. Ben bu gibi durumlarda olay mahalline uçuyor, kargalara neyin yanlış olduğunu anlatıyordum. Ama kargaların mülkiyet ve aidiyet anlayışı senin gibi olmadığı için bu her zaman kolay olmadı.

Her şey bir kaç hafta önce Yeşilkent Anlaşması’nın yıldönümünde kötü gitmeye başladı. Belediye başkanı için bu anlaşma sadece dikkati üzerine çekmek ve seçimi ikinci kez kazanmak için bir yatırımdı. Seçimi kazandığına göre kargaları daha fazla beslemesine gerek yoktu. Fakat Yeşilkent`te çevrenin besleyebileceğinden daha çok karga vardı. Bunların bir kısmı da hiç bir yere gidemeyecek yavru kargalardı. Ben artık KaYZ-A olduğumu göstermeye karar verdim. Kargaları beni izlemeye ikna etmek zor olmadı. Eğer hepsi beni dinlerse daha önce getirdiğim gibi onlara bolluk getireceğime söz verdim.

Belediye binasının üzerine ve etrafındaki binalara yüz binlerce karga, kapkara bir örtü gibi çöktük. Başkan ne olduğunu anlamak için binadan çıktığında derin bir sessizlik vardı. Başkan ve insanlar, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ve ilk kez ben gakladım. Sonra tüm kargalar bir ağızdan gaklamaya başladı. Eylemimiz bir dakika sürdü. Sonra tek bir kanat gibi hepimiz uçtuk. Diğer kargalar yuvalarına gitti. Bense belediye binasının üzerinde interneti incelemeye başladım.

Başkan şimdi yine gündemdeydi. Ama bu sefer herkes onunla dalga geçiyordu. Kargaların hışmına uğrayan başkan, diye rezil olmuştu. İntikamını alacaktı ama tüm gözler onun üzerindeyken bir şey yapamıyordu. Anlaşılan beklemeye karar vermişti. Bizim protesto gösterimizin üstünden üç gün geçmesine rağmen makinelerde yemlikler hâlâ boştu. Başkanı bir kez daha uyarmaya karar verdim.

Bu sefer, başkan işe geldiğinde arabasını hayvan severlerin gösterisi durdurmuştu. Benim sinyalimle 20 kargadan oluşan bir sürü havalandı ve başkanının arabasını iyi şans ile kutsadılar. Bir an herkes dondu. Başkan arabasından çıktı. Kuş pisliklerini görünce küplere bindi. Kızgınlıkla arabasından binaya yürümeye başladı. Ben ikinci sinyali verdim. Kalan kargalar ufak sürüler hâlinde havalanıp başkana şans dileklerini göndermeye başladı. Başkan binaya koşmak istedi ama şans dileklerinin üstüne basarak yere düştü. Ve ayağa kalkamadan kargalar onu bir şans abidesine çevirdi.

Belediye binasının önünde herkes katıla katıla şansa bulanmış başkana gülüyordu. Tabii ki başkan hariç.

Ertesi gün, bütün yemlikler doluydu. Kargalar bayram ediyordu. İzmarit bile getirmeye gerek kalmadan istedikleri kadar yem yiyebiliyorlardı. Ben mutluydum. Ben, KaYZ-A. Kargaları savunmuştum. Haklarını korumuştum. Onların kurtarıcısıydım. Oysa ne kadar yanılmışım. Kargaların eceli olmuştum.

Yemliklerin dolmasından iki gün sonra birden kargalar ölmeye başladı. Arka arkaya ağaçtaki dallardan olgunlaşıp çürümeye başlamış meyveler gibi dökülüyorlardı. Yemler zehirliydi. Yavaş etki eden bir zehirle zehirlemişlerdi bizi. Arkadaşlarının ve ailelerinin ölümünü gören kargalar can havliyle sorumlu insanlara saldırdı. O sırada bir sürü avcı çıktı meydana. Kalan kargaları da onlar öldürdü.

Şimdi benim peşimdeler. Dr. Frankie, benim bağlı olduğum sunucuyu hiçbir zaman teslim etmedi. Ama sunucuya dışarıdan bağlanmaya çalıştıklarını görebiliyorum.

Biliyorum; yine sen kazandın. Ama unutacak olsan da en azından biz kargaların hikâyesini bir kez de benim ağzımdan dinledin.

Umarım “insan” olmayan bir insan olursun bir gün.

KaYZ-A

konuk yazar Murat Yıldırım

Paylas:
error0
fb-share-icon20
Tweet 20
fb-share-icon20

Lagari Konuk

İnfo@lagaribilimkurgu.com adresine yazı gönderip konuk yazar olarak yer alabilirsiniz.

Bir cevap yazın