John Wydham Kitaplığı: Triffidlerin Günü
John Wydham Kitaplığı yazı dizimizde ele alacağımız ilk kitap Triffidlerin Günü. Kıyamet sonrası edebiyatı alanında genellikle insan kaynaklı tüketim problemlerini, yolunda gitmeyen bilimsel gelişmeleri ya da uzaydan gelen felaketleri okuruz. Doğal kaynakları tüketmiş veya su kıtlığı çekiyor da olabiliriz. Ya da uzaylı istilası, göktaşı yağmuru gibi daha klişe olayları izliyor ya da okuyoruz. Triffidlerin Günü’nde olduğu gibi ekolojik bir tehlike, kolay kolay aklımıza gelmiyor.
Aslında bu kitaptaki tehlike ya da tehdit için uzaylı istilası terimini de kullanabiliriz. Zira triffid adı verilen ve kimsenin nereden ve nasıl ortaya çıktığını bilmediği bitkiler kısa zamanda en büyük düşmanımız haline geliyor. Ticari amaçlarla yoğun bir şekilde üretimi yapılan bu bitkileri bildiğimiz hiçbir türdeşi ile eşleştiremiyoruz. Üç adet uzantısı -bacağı- olan bu arkadaşlar şaşırtıcı bir şekilde sizin benim gibi yürüyebiliyor. Üstelik zehirli bir iğneye de sahipler. Yani onlardan uzak durmak için bunca sebebimiz varken, onları çiftliklerde yetiştirmeyi seçiyoruz.
Bill Mansen adındaki ana karakterimiz bir nevi triffid araştırmacısı ve günün birinde bunlar tarafından “saldırıya” uğruyor. Gözünü hedef alan saldırı neredeyse kör olmasına neden olur ve adamımız hastanede tedavi görmeye başlar. Çocukluğunda da hemen hemen aynı senaryo başına geldiği için duruma alışık olduğunu söyleyebiliriz. Hayatının ilerleyen döneminde de bu üç ayaklı otlar konusunda uzman hale gelen Mansen, bir sabah hastane yatağında gözleri bantlı yatarken bir şeylerin yanlış olduğu hissine kapılır. Ne oluyor ne bitiyor diye düşünürken çok geçmeden insanların büyük çoğunluğunun kör olduğunu fark eder. Bu duruma işaret eden tek şeyin bir gece önceden yaşandığını duyduğu yeşil bir göktaşı yağmuru olduğuna karar verir. Bu eşine az rastlanır doğa olayını izleyen herkes görme yetisini kaybetmiştir. Bu durumda dünya insanlardan “temizlenirken” ortalık triffidlere kalır.
Ekolojik Bilimkurgu
Bu alanda çok az kitabın dilimize çevrildiğini görüyoruz. Aklıma gelen ilk örnek Ernest Callenbach’ın yazdığı Ekotopya adlı eser. Doğal hayatın ön planda olduğu ve bilimsel gelişmelerin de bu yönde kullanıldığı ekolojik bilimkurgu, bilimkurgu türünün üvey evladı konumunda. Triffidlerin Günü, bu alanda ülkemizde yayınlanan en başarılı kitaplardan biri olarak düşünülebilir.
Hikaye boyunca çok az kişinin bahsettiğim kör olma hadisesinden kurtulduğunu okuyoruz. Çok az insan, hayatına tam donanımlı bir şekilde devam edebiliyor. Mekan olarak İngiltere ve zaman olarak da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonrası kullanılmış. Büyük savaşın etkilerinin hikayenin arka planında göze çarptığını söyleyebiliriz. Bunun yanında sosyal yapının yerle bir olduğu kitapta, insanların birbirleri ile nasıl dayanışma içerisinde “olamadığına” tanık oluyoruz. Ortada ülke çapta bir felaket var ancak geriye kalan az sayıdaki sağlıklı insan, kendi doğruları ve ahlak kurallarının dışına çıkmayı reddetiyor. Geriye adına toplum denecek bir oluşum kalmadığı için, beşerli onarlı topluluklar halinde yaşamaya çalışıyoruz ve hâlâ kendi grubumuza ait olmayana silah çekiyoruz.
Bu konuda, Coker adlı karakterin bir monoloğu hayli dikkat çekici. Kadınların ve erkeklerin toplumdaki yeri kendilerinden beklenen, atadan öğrenilmiş görevler üzerineydi. Kadınların yapabilecekleri halde yapmak istemedikleri ve bu yüzden kurtarıcı, koruyup kollayıcı erkek figürüne sırtlarını dayamaları halinin, bu yeni yaşam şartlarında ne kadar işe yaramaz olduğu üzerine. Kahramanlık bekleyecek kimse olmadığında herkes üzerine düşeni yapıyor. Yeni bir toplumsal yapı ya da yaşanabilir alan inşa etmek için bir araya gelmeye çalışan insanları okuyoruz. Ancak ne derece başarılı oldukları ya da başarmak için yeterli çabayı harcadıkları kısmı biraz şüpheli.
Yeşili Korumazsan Olacağı Budur
Triffidleri, bir çeşit uzaylı yaşam formu olarak ele almanın doğru olacağını söyledik. Nasıl bir şey oldukları ile ilgili kısımları, tasarımlarını beğendiğimi söyleyebilirim. Onlarla ilgili verilen detaylar arasında hızlı bir şekilde çoğaldıkları ve şuursuzca hareket etmelerinden kaynaklı vazgeçmek nedir bilmeyen yapıları yer alıyor. Bu iki unsur da kitabın kötü adamları olmaları için yeterli sayılır. Bunun yanında her geçen gün daha fazlasını orman yangınları ya da çeşitli şekillerde harap ettiğimiz doğanın bizden intikam aldığı düşüncesi kulağa bir hayli ironik geliyor. Üstelik neredeyse bütün bir dünyayı değiştiren İkinci Dünya Savaşı hikayede kendisini sürekli hatırlatıyorken… İmkan verildiğinde doğa ananın durmaksızın büyüyüp, yeşermeye devam etmesi hoş bir detay. İnsanlar onları yok edemediği zaman her türlü bitki elindeki imkanları sonuna kadar kullanıp büyümeye devam ediyor. Yeter ki ayak altında dolaşmayalım.
Triffidlerin Günü’nde yer alan körlük ve buna bağlı aciz kalma hadisesi bir başka kitabı, Jose Saramago’nun Körlük adlı eserini anımsatıyor. O kitapta da körlük bir salgın hastalık olarak yazılmıştı ve bunun sonucunda bütün bir insan medeniyeti çökmenin eşiğine gelmişti. İki eser arasında bu anlamda bir paralellik olduğunu söylemek mümkün. Bunun dışında biraz da Josh Malerman’ın Kafes adlı kitabının ters okuması gibi düşünülebilir. Orada gözlerimizi açmak felakete sebep oluyordu. Burada ise gözlerimizi açmazsak ya da açamazsak triffidlere yem oluyoruz. Görmek medeniyet demek ve anlaşılan göremediğimiz sürece “insan” da olamıyoruz.
Hikayenin kurgusu, karşılaştığımız tehdit, insan davranışlarına yönelik tahminler. Her birini çok beğendim. Triffidlerin Günü’nde sevmediğim diyebileceğim detaylar arasında kitabın sonunu sayabilirim. Beklenen her şeyin gerçekleştiği son bölüm apar topar olmuş hissi uyandırıyor. Açıkçası böyle güzel bir hikayenin klişeden uzak bir şekilde bitmesini yeğlerdim. Bunun dışında kadın-erkek ilişkilerindeki beklenen belli başlı değişimlerin inatla yaşanmaması da ilgi çekici. Yani hâlâ kadınların zayıf olduğu algısını uyandıran diyalog ve kısımlar olmasaydı daha güzel olabilirdi. Eserin kolayca okunduğu ve anlaşılabilir bir yapısı olduğunu düşünüyorum. Ama her zaman bahsetmekten kaçamadığım çeviri ve düzelti konusundaki ufak tefek hataların karşımıza çıktığı da bir gerçek. Okuma ritmini ve temposunu olumsuz yönde etkileyen her şeyi can sıkıcı bulmak gibi bir huyum var.
John Wydham eserleri ülkemizde adı sanı bilinmemek gibi bir şanssızlığa sahip. Açıkcası bilimkurgu edebiyatının Altın Çağı olarak adlandırılan dönemin hemen sonrasında eserler veren yazar, çağdaşı yazarlara nazaran bizim coğrafyamızda daha az ilgi gördü. Özellikle Krizalitler isimli kitabı, dünyanın geri kalanında en sevilen bilimkurgu kitapları arasında gösteriliyor. Yazarın şimdiye dek beş adet kitabı dilimize çevrildi ve sanıyorum hiçbiri ilk baskıdan öteye gidemedi.