EdebiyatKitap İncelemeleri

Dune Ve Döngüye Dair

Frank Herbert gözümde eski çağlardan bu yana eşine kolay rastlanmaz bilgelerden biri. Hatta edebi aşkınlığını bir kenara koyarsak bir deha. Yazıya bu ön kabulle başlamamın bir sebebi olduğu gibi, yazının başlığında da bir sebep var elbet. Lise yılları Unutulmuş Diyarlar, Ejderha Mızrağı ve Orta Dünya evrenlerinde fantastiğin sınırlarında geçen bir okur olarak bu başlığı seçerken Tolkien’in meşhur Dunedain’inden ilham aldığımı yadsımayacağım. Ancak farklı bir motivasyonum var. Döngü konusuysa aşağıda izah edeceğim üzere dâhimiz Frank Herbert’in bizi dune içinde mahkûm ettiği bir husus.

“Korkmamalıyım, Korku, katilidir aklın. Korku mutlak yıkım getiren küçük ölümdür.”

Yazıyı üzerine kurduğum temel baz alınırsa bir kısım insanın “spoiler” dediği sürpriz bozan unsurlarla işbu yazıda sıkça karşılaşma ihtimaliniz olacağını da söylemeliyim. Zira meramımı anlatmak için zaman zaman yazarın kitabında geçen bazı cümlelerini burada tekrar etmem gerektiği gibi kurgunun akışından da bahsedeceğim. Elbette bir bilim-kurgu klasiği haline geldiğinden sürprizleri bozmamın okuru da rahatsız etmeyeceğini düşünüyorum. Fakat yine de uyarımızı yapmış olalım.

Araya kısa bir seri özeti geçerek, aslında kitabı okuyanlar için çok daha fazla anlam ihtiva edecek bu yazıyı, henüz okumamış insanlar için de anlamlı hale getirmek gerekecek elbette.

Atreides Hanedanı tarafından yönetilen Caladan gezegeni, Galaksinin İmparatoru IV. Shaddam tarafından ellerinden alınıp, Harkonnen Hanedanı tarafından yönetilen ve daha zengin ama çöllerle kaplı Dune Gezegeni Atreideslerin yönetimine verilir. Dune evreninde CHOAM denilen şirketler topluluğu ve seyrüseferi kontrol eden Lonca gibi kurumlar, imparator, Bene Gesserit, Bene Tleilax ve Ixliler gibi iktidar ortaklarıyla belirli bir denge içerisinde yaşamaktadır. Olayların ticari, iktisadi, siyasi kararlarla şekillenmesi dışında tüm evrenin ihtiyaç duyduğu, ömrü uzatan bir uyuşturucu olan melanj isimli baharat da sadece Dune gezegeninde çıkarılmakta olup tüm ilişkiler arasında bu gezegeni kontrol edene büyük bir güç vermektedir. Olaylar Atreides Hanedanına kurulan tuzak ve Bene Gesserit üreme politikası nihayetinde bilinçli çiftleşmeyle ortaya çıkartılmaya çalışılan “seçilmiş kişi” “Kuisatz Haderah”ın Atreides varisi olacak Paul Atreides olmasıyla çetrefilleşir. Serinin bundan sonraki devamında Atreides hanedanının binlerce yıl sonraya taşınan genleri, evrendeki mühim satranç taşları olan toplulukların bin yıllara sirayet eden karar ve eylemleri damga vurur. Dune gezegeninin yerlileri olan Fremenler Atreides’lere tüm evrene hükmedecek bir imparatorluğun kapısını açacak cihadın askerleri olacaktır. Ana konu bu düzlemden hareketle evrenin, gezegenlerin, toplulukların ve insanların değişimini ele almaktadır.

Çölü Sev, Gezegeni Yeşillendir

Temelde ekolojik konulardaki bilgi birikimi sebebiyle Dune serisinin çölleşme, yeşerme ve tekrar çölleşme temaları üzerinde anlattığı konulara olabildiğince az değinmek istiyorum. Seri genelinde gezegenlerin sirküle edilmiş dönüşümü, ana kurgunun alt planındaki ortamı biteviye değiştiriyor. Yeşil gezegenden, çöl gezegenine geliş pek dikkat çekmese de döngünün ilk başlangıcı. Mâlum Atreides’lerin sulak ve yeşil Caladan’dan, kumlarla örtülü Arrakis yani Dune gezegenine dönüşü bütün olayları başlatan olay. Fakat sonrasında arka planda yaşananlar mütemadiyen rol değiştiriyor. Çöl gezegeninde yapılan iklimlendirme çalışmalarıyla gezegenin doğasını değiştirme teşebbüsü, arka planda yaşanan iktidar mücadelesi, katliamdan kaçış ve gezegenle birlikte insanlarına karakterini veren ekolojik yapının tahlili gibi kısımlar karşı karşıya olduğunuz sanat eserinin hakkını teslim etmek için önemli bir sebep. Herbert, habitatları üzerinden insanlardaki duygu-davranış farklılıklarını çok ince tespitlerle ele alıyor. Prototiplerinin Bedeviler olduğu görülen çöl insanları Fremenlerin katılığı, sertliği, savaşçılığı ve zorlu koşullara uyum sağlamakta gösterdiği başarıyı, siyaset arenasında ve değişen ekoloji karşısında muhafaza edemeyip müzelik bir kültüre dönüşmeleriyle mağlubiyete çevirebilmesi bir kurgudan ne öğrenilebilir ki diyen okura sert tokatlar atıyor.

Dune çöl gezeni görseli

Gerçekten de insan kurgudan bir şey öğrenebilir mi? Her kurgu eserinden değil; ancak Herbert gibi dehasını, araştırmalarını, bilgisini, görgüsünü ve göremediklerini tahayyül etme başarısını romanına katık edebilen bir yazardan çok şey öğrenebilirsiniz. Dune gezegeninin bir sarı bir yeşil hâli farklı siyasi olaylar, karakterler, entrikalar ve dini denklemlerle bağdaştırılsa da genelde Herbert’in gezegenin ekolojik değişimi ölçüsünde anlatımının sertleşip, yumuşaması, kendi yarattığı atmosfere bağlılığı da takdire şayan.

Yapay Zekâya Ölüm

Konuya doğrudan ekolojiden girilmiş olsam da bence bu seriyi ve Herbert’i inanılmaz kılan çok ufak bir detay var. O da Dune Serisi’nin içinde yapay zekâ ve teknolojik enstrümanlar minimum düzeyde kullanılarak yazılmış bir bilim-kurgu(!) serisi olması. Serinin ilk kitabında öğrenileceği üzere, binlerce yıl önce insanlar Butleryan Cihadı denilen olay neticesinde yapay zekâ ve teknolojiye karşı harekete geçip onu yok etmiş, sonrasında da kullanımlarına kısıtlamalar getirmiş. Hayal edilmesi pek mümkün gözükmese de fantastik elementler bu seride bir bilim-kurgu yazarının yazımını kolaylaştıracak bütün elemanların yerine geçmiş durumda ve bu aslında kitabın başarısının en mühim noktası. Zira karakterlerin geleceği görme, kehanet, genetik mirasla trans halinde görüşme, bir takım dini ritüeller sonucunda geliştirdikleri süper yeteneklerin hepsi ham teknolojisizlik ortamıyla sarmalanmış bir yaşantının ortasında gerçekleşiyor. Buna karşın gezegenler arası yolculuk yapılabilmesi ise yine romanın başat faydalı uyuşturucusu “melanj” adlı turuncu baharatın hikmetine ve Lonca Seyrüsefercileri gibi insanların görü yeteneklerine bağlanmış. Fakat bu teknolojisizlik hiç sırıtmadığı gibi aksine okurun uyarıcı almış bir şekilde kurguya sarılmasına sebep oluyor. Özellikle Ix’liler gibi teknoloji geliştiricilerinin, ancak serinin altıncı kitabına doğru, Butleryan Cihadına aykırı işler yapma niyetini edinmesi ve arada geçen beş bin yılda bu ilerleyişin çok ufak kademeler dışında kendisini göstermemesi enteresan.

Yine de yapay zekâ veya bilgisayarlar var olmasa da bazı ileri teknoloji aletlerin (savunma kalkanları, atomikler, uzay gemileri) nasıl inşa edildiği hususunda okur zihninde ister istemez boşluklar oluşuyor. Bu tip boşlukları kapatan ögelerden birisi mentatlar denilen insan-bilgisayar güruh. İnsan zihnini Butleryan Cihadı sonrası çıkan kanun hükmünde kararnamelere uyacak şekilde bilgisayarlaştırmış mentat denilen danışmanlar seri genelinde sürekli sürpriz etkisine yenik düşseler de verileri işleyerek olası makul sonuçlara ulaşıyorlar. Zihinlerini bu unsura karşı da şartlandırmış olmalarına rağmen. Elbette ikame fantastik unsurlar dışında mekanize teknolojinin varlığı yadsınamaz durumda. Ancak salt mekanize teknolojiden bahsedebilmek mümkün olmadığı gibi Steampunk kültürü ve anlatılarındaki buharın kullanımı gibi mantıklı izahlar pek yok. Melanj yani Dune gezegeninden çıkan baharat bir joker gibi pek çok açığı kapatabileceği bir rol oynuyor. Üstelik kullanıcılarının göz aklarına kadar mavileşmiş gözlerinin de karakterlerine kazandırdığı bir karizma varken pek de üzerinde durma ihtiyacı hissetmiyorsunuz.  Üzerinde çok durulmayan bu olgunun edebiyatın muazzamlığı adına çok mühim bir örnek teşkil ettiği görüşündeyim. Son kitabı hariç tutarsak, sadece hakkında bir iki kez bahsedilmiş Siborglar, bilgisayar tabanlı teknolojiler serinin tamamında en önemsiz ayrıntılar hâline geliyor. Fakat bununla birlikte başlıkta ve ekoloji mevzuunda bahsettiğim gibi burada da bir döngü var. Zira Dune evreninin geleceğinde yapay zekâ ve bilgisayarların yeniden baş göstermeye başladığı, Butleryan Cihadı sonrasına dönüşe dair atıflar tamamlanması gereken döngüye işaret ediyor.

dune makinelerin seferi

Herbert’in dersine çok iyi çalışmış ve edindiği bilgileri çok iyi özümsemiş olduğunu anlamak için onun karakter yaratımı ve topluluklara yükledikleri misyonlara da çok iyi bakmak lazım. Her şeyden önce melanj adlı baharatı, onun ticaretteki değeri ve konumunu, gezegenler arası siyaseti tayin edişini kenara bıraktığımızda, toplulukları yönlendirmekte dinin konumunu, işlevini çok net idrak etmiş. Öyle ki serinin bütün katmanlarında olayların gidişatını tarikatlar, dini gruplar ve/veya dine dayalı siyaset etkili durumda. Bene Gesserit adı verilen bin yıllardır varlığını sürdürmüş rahibeler topluluğu Tanrı İmparator II. Leto zamanındaki buhranlarını saymazsanız serideki neredeyse her olayda etken pozisyon sahibi. Kaldı ki bu evrenin seçilmiş kişisi olan “Kuisatz Haderah” da bir Bene Gesserit çiftleşme projesinin ürünü. Kaldı ki Bene Gesserit’lerin ve dahi romanın başat karakterleri olan Atreides’lerin dinle tarihe bakış açısı, onu kullanma şekilleri okura ilginç bir kültür okuması yapma fırsatı da tanıyor. Fakat önce kültürel havzamızda tanınırlık, benzerlik hissinin sebepleri olan Fremenler ve Bene Tleliax üzerinden bir bilgenin yaptığı din okumasını ayrıntılandırmak gerektiğini düşünüyorum.

Maşeyhler, Sufiler ve Zensünnilik

Herbert’in kalemini kültürümüz, coğrafyamız okuru için mühim kılan şey elbette kullandığı isimler, dini retorik ve inançlarımızın bir bilim-kurgu romanında binlerce yıl sonra kazandığı görünüşü. Her ne kadar yakın gelecekte Bedeviliğin kültürel etkisini daha fazla hissedecek olsak da Fremenlere aşina oluşumuzun sebebi Bedevilik değil yüzeysel veya derin bilgi sahibi olduğumuz İslam kültürüne ve tasavvufuna kavramlar. Cihat, Maşeyh, Zensünni, Sufiler, Âlemü’l-Misal, Hac vb. pek çok kavram kitabı bizler için tanıdık kılan, kolay uyum sağlamamızın anahtarı olabilecek işaretler taşıyor. Bununla birlikte İslami unsurlarla, Bedevileri iyi tahlil ettiği anlaşılan Herbert’in bu kavramlar üzerinden Batı’nın Doğu’ya bakışını anlamlandırma adına aynı klişelere düşmesi belki de seride tek canımı sıkan husus. O da haksız olduğunu düşünmekten ziyade, yabancı zihinlerdeki oturmuş algının can sıkıcılığından olsa gerek.

Esasen serinin ana karakterleri İslami tandanslı diyebileceğimiz bir dinin sahibi ve temsilcisi olarak beliriyorlar. Bununla birlikte bu yeni dinin eski köklerini temsil eden Bene Tleilax ve Fremenler, tasvirleri, yaşayışları, gelenekleri sebebiyle okur zihninde geri kalmışlık olarak kodlanan özellikler yükleniyorlar. Örneğin Fremenlerin efsanelere safça iman eden, kabile yaşantısı esnasında karşılaşılan kadınları ve erkeklerinin karşılıklı statüsünü belirten adetler belirgin bir şekilde, günümüzde doğuya bakan bir batılının bakışını gösteriyor. Özellikle Bene Tleilax’lıların bodur, esmer, planlı, sinsi tipler olması, ciddi bir iktidar odağı olmakla birlikte süreğen başarısızlıkları, tüm evrenin kaderini değiştirecekken birdenbire mahvolmaları, kendi dinlerine köklü bağlılıkları ister istemez okur bilinçaltına mesajlar gönderiyor. Koşullandırılmış Duncan Idaho gûlamları, yani klonlarıyla aslında Dune evreninin en kilit aksiyonunu alan bu güruh hakkında seri genelinde zensünni lakırdıları gibi bir belirsizlik hâkim. Lafı geçmişken çok ilgimi çeken Zensünni meselesinden bahsetmeliyim.

Evrenin pek çok yerine gezginler vasıtasıyla yayılmış bir inanç sistemi olan Zensünnilik’de Sufilik vurgusu açıkça yapılıyor zaten. Gezginlerinin dervişler olduğuna da şüphe yok. Fakat burada çoğu insanın pek bilmediği ve tartışmaktan kaçındığı bir durumun bilinçli veya bilinçsiz tespitini yapıyor Herbert. İnanç sistemini tanımlamak için kullandığı Zen-Sünni kelimesi, İslam tasavvufuna getirilen eleştirilerden biri olan yoğun Budizm etkisinin kemikleşmiş tanımını veriyor bize. Zensünni ekolünden olanların, tıpkı bizim mutasavvıflar gibi derin anlamlar içerdiği sanrısı oluşturan özde basit gözüken karmaşık cümleler kurması ve bunların da cidden tasavvuf kaynaklarından beslenilmiş olduğu izlenimi yaratması sebebiyle Herbert’in buradaki dokunuşunun bilinçli olduğu fikrindeyim.

 Elbette İslamiyet vurgusu dışında diğer tek tanrılı dinlere de göndermelerin yapıldığı kısımlar var. Turuncu Katolik İncili ve serinin son kitabında birden ortaya çıkan on bin yıldır bozulmadan kimliklerini koruyan “Yahudiler” gibi. Büyük oyunu görmek isteyen okurların, bu detaydan çok hoşlanacağına eminim. Kati olan bir şey var ki, Herbert dinin, inancın doğasını idrak etmiş bilge insanlardan birisi. Zira aşağıda vereceğim alıntılar ancak olgunun detayını kavramış bir bilgenin kaleminden çıkabilir:

“‘Dualar aslında kibirden kaynaklanır,’ dedi Moneo. ‘Rica kisvesi altında taleplerdir’”[1]

“Bütün organize dinlerin ortak bir sorunu vardır, ki bu zayıf nokta sayesinde onları hedeflerimize uygun şekilde kullanabiliriz: Gerçek vahiyleri sahtelerinden nasıl ayırt etmeli? – Missionaria Protectiva Gizli Öğretiler[2]

Missionaria Protectiva, Yaratılıp Dağıtılan Din

Dune evreninin en önemli dini ve siyasi gücü Bene Gesseritler. Aslında kendilerine ait bir dinleri olduğu konusu da muallak durumda. Zira Missionaria Protectiva adını verdikleri proje sebebiyle farklı bölgelerde farklı dinleri ihdas eden bir kurum olduklarının altı çokça çiziliyor. Onların gizlice, bin yıllar geçse de değişmeyen ideolojileri, çökme tehlikesi varken dahi planlarından geri adım atmamaları, uygulama kararlılığında olmaları ilginç. Herbert’in edebi dehasının da bir ürünü olarak, serinin başında okurun zihninde nefretle kodlanan bu rahibeler, serinin sonunda bütün evrenin kurtulması için bir umut ışığına dönüşüyor. Önceki belleklerine ulaşabilmeleri sayesinde hatırı sayılır bir bilgeliğe, öngörüye ve strateji oluşturma yeteneğine sahipler. Tarihi algılamakla ilgili Başrahibe Odrade’nin şu cümleleri bu umut ve nefret arasındaki okuru düşünmeye sevk eden cinsten bir bilgeliktir:

“Tarih kitaplarının çoğu büyük ölçüde değersizdir çünkü önyargılıdır; güçlü zümreleri memnun etmek için yazılmışlardır.”[3]

Bunun üzerine II. Leto’dan alıntılandığı belirtilen şu cümleler de konunun tuzu biberi:

“Tarihçiler büyük güce sahiptir ve içlerinden bazıları bunun farkındadır. Onlar geçmişi yeniden yaratır, kendi yorumlarına göre değiştirir. Böylece geleceği de değiştirmiş olurlar. -II. LETO, Kendi Sesinden, Dar’üs-Balat Kayıtları”[4]

“Din çoğu zaman tiyatronun yolunu açar. Zaman içinde bizi de oyunlaştıracaklar.”[5]

Kaldı ki, birçok kurgusal kayıttan alıntı yapılarak okuru neyle karşı karşıya olduğu hakkında uyaran kayıtlar da bu odaklanmayı kuvvetlendirmekte. II. Leto’nun Dar’üs-Balat Kayıtları, Bene Gesserit Kodaları, Muad’dib hakkında Prenses Irulan tarafından Dune Evreni içerisinde yazılmış kitaptan yapılan alıntılar kendi evreninin sahiciliğini çaktırmadan inşa edip, okurları hiç var olmayan bu kaynaklara ulaşma arzusuyla dolduruyor.

dune kitabında yer alan bene gesserit görseli

Bene Gesserit namlı rahibelerin, oluşan iktidar boşluklarını bizzat doldurmak yerine, dolduracak kişi ve grupları kontrol etme arzusu hep baskın durumda. Onlar daha çok pasif gözükmeyi seven bir iktidar odağı. Perdenin arkasındaki el, gündemimizi yine meşgul eden tabiriyle derin devlet hatta derin imparatorluk diyebiliriz. Rahibelerin yetiştirilmesindeki kontrol saplantısı, etkilerinin azaldığı Tanrı İmparator çağında “Balıklarla Konuşanlar” adı altında başka bir askeri kadın topluluğu tarafından yerlerinin isabetsizce doldurulmaya çalışılması da Herbert’in feminist bakış açısıyla cinsiyetler arasında farklı bir tez oluşturduğunu düşünmeme sebep oluyor. II. Leto’nun hem kendisinin hem de hükmettiği insanlığın “dağılışı” sembolik anlamda birleştiğinde, bu dağılışa giden Bene Gesserit rahibeleriyle, Tanrı İmparatorun ordusunu oluşturan Balıklarla Konuşanların birleşerek yeni bir güç/seks tarikatına dönüşen Saygın Anaları oluşturması dağılan kurguyu toparlayıp, farklı bir döngünün tamamlanmak üzere oluşunu gösteriyor.

Dune İçerisinde Kadın Hegemonyası ve Ataerkinin Çöküşü

Dini topluluklarda kadın hegemonyası ve gücünün sebebini Herbert’in karakterlerinin kelimelerinden net bir şekilde anlıyorsunuz. Özellikle II. Leto’nun bilmem kaçıncı gûlamı olan yeni Duncan Idaho’ya neden erkekler yerine kadınlardan müteşekkil bir askeri güç oluşturduğunu anlatışı, edebiyat tarihindeki en dikkat çekici diyaloglardan biri bence. Erkeklerin savaşırken sergilediği eşcinsel eğilimlerden bahseden ve insanlık tarihinin Dune evrenine göre karanlık çağında kalan örneklerden bahseden Tanrı İmparatorun cümlelerini okurken, aklıma bu görüşleri doğrulayan bir tarihi veri de çalınmıştı. 300 filmi vizyona girdiğinde fikirleri sorulan Prof. Dr. Mete Tunçay, Spartalı savaşçıların eşcinsel çiftler halinde savaştığının rivayet edildiğini belirterek, çizgi roman uyarlaması filmde Spartalıların Atinalıları yumuşaklıkla suçlamasının isabetsiz olduğunu söylemişti. Esasen II. Leto da neden erkeklerden müteşekkil bir ordunun zarar doğurduğunu açıklarken mantıklı argümanlara sarılıyor. Üstelik kadınların korumakla mükellef oldukları kutsal değerlere bağlılığı, fanatikliği konusunda verdiği örnekler, aslında kadınlardan müteşekkil askeri gücün aynı zamanda gizlenmiş dini yapısını da aşikâr ediyor. Nitekim Balıklarla Konuşanların, roman evreninin en mühim savaşçı, cihatçı topluluğu sayılan Fremenlerden iktibas edildiği anlaşılan ritüel dansları da bu dini referansı doğruluyor. Fremenlerin dev kum solucanlarından kaçmak için geliştirdiği ritmsiz yürüyüş, serinin ilerleyen kısmında bir orjinin başlangıç dansına dönüşüyor. Fakat sadece bununla kalmayarak, ritüellerinin yarattığı cinsel arzu ve devamında sergilenen orjiyle, Fremen geçmişiyle, Saygın Analar geleceği de birleştiriliyor. Edebi dehanın konuşturulduğu kısımlardan birisi de bu nokta doğal olarak. Zira tıpkı bir karakter gelişimini izler gibi topluluğun izini de sürüyorsunuz.  

Herbert’in kadın hegemonyası ve iktidarının yükselişiyle ilgili kalem yatkınlığının bir sebebi fikirleriyse, diğerinin de mektupları, seriye iliştirilmiş son söz ve röportajlarda üzerinde durduğu konular nedeniyle karısına duyduğu aşk olduğu muhakkak. Elbette burada kendisini hanımcılıkla itham ederek koca bir seriyi kadınlara tahakküm ettirmesi yönündeki hatalı algıyı basitleştirmeyeceğim. Zira kendisini okumadan önce ben de benzer görüşlere sahiptim. Hâlâ da öyleyim ve soracak çıkarsa ben de hanımcıyım. Ancak kadın ve erkeklerin, biyolojik ve psikolojik yükleri ve ayrımlarına hakimiyeti kurgunun gerçekçi ve kaliteli olmasının önemli sebeplerinden. Kaldı ki insanlığın eski çağ tarihi, anaerkil yapı üzerine yükselip onu alaşağı eden ataerkiyi, siyasetini, devletlerini gizliden kontrol eden elin kadınlara ait olduğunu göstermiştir bizlere. Aslında Dune evreninde de kadınların konumu bütün bu güçlerine rağmen hissedilir şekilde günümüzdeki köleleştirilmişliğe yatkın. Doğrudan değil, dolaylı yoldan hükmeden varlıklar olarak beliriyorlar. Hatta Saygın Anaların zuhuruna dek, kadınlar üreme yoluyla evreni şekillendirmeye çalışıyor veya itaatkarlıklarının, sorgulayıcılıkları ve isyankarlıklarının düşüklüğünün erkek toplumda yarattığı olumlu netice doğrultusunda öne sürülüyorlar.Ancak Frank Herbert serinin son iki kitabında bu hususu aşıyor ve fakat cinsel gücün kullanımı neticesinde erkeklerin köleleştirildiği bir evren tahayyülü ortaya çıkıyor.

Dune: Cinselliğin Reel Politiği

Feminizmin bakış açısından kadınlara duyulan cinsel ihtiyaç bağlamında aşağılayıcı görülebilecek bu husus, aslında insanlığımızın bir türlü kavrayamadığı bir arketip gerçeğe yönlendiriyor bizi. Cinselliğin türümüzün varlığı ve ilerleyişi üzerindeki etkiye ve yaşama birebir bağlı oluşuna. Uzak geçmişe bakarsak, üreyişin dönem insanı açısından kutsallığı sebebiyle, tapınaklarda rahibeler aracılığıyla gerçekleştirilen cinsel ilişkilerden, toplu ayinlere, kralların, padişahların iktidarlarını gölgeleyen cinsel alışkanlıklardan, günümüzde basite indirgense de her tür yolsuzluk, ahlaksızlık ve hırsızlığın değerlendirme dışı bırakılıp, şahsın cinsel zafiyetlerinin siyasi kariyerleri üzerindeki etkinliğine dek hayatlarımızda önemli bir yer kaplar cinsellik. Herbert’in karakterlerinin de Dune evreninde bu ilişkinin görünümleri üzerinden reel politik konumları belirlenmektedir. Leto ve Jessica, Paul ve Chani, II. Leto ve Ganimet, Siona ve Duncan, Duncan ve Murbella vb. pek çok ilişki görünüm değiştirmekle birlikte temelinde yatan cinsel çekim, koca gezegenlerin yok oluşunun, iklim değişiminin, büyük cihatların tohumlarını taşımaktadır.

Paul Atreides yani Muad’dib’in gördüğü gelecekten hoşnutsuz olmasına karşın mümkün geleceklerden birini seçerek Chani’yi kaybetmemek adına Cihat’a kalkışması basit bir örnek olabilir. Bu konuyu daha da geniş izah etmek mümkün, fakat asıl meselenin yani cinsel dürtülerimizin, düşünmek, akıl etmekle taçlanmış insan topluluklarının bütün soyut, fikri eylemlerini etkilediği ve bunun bir yönetim gücü olduğunu idrak etmek en önemlisi. Rahibe Lucilla’nın iç sesi serinin kritik bir noktasında bu hakikati dile getirir:

“Cinselliğin sırrı aslında sır filan değil diye düşündü. Cinselliğin kökleri hayatın kendisine bağlıydı.”[6]

Dunedain ve Atreides Hanedanı

Hazır Paul Atreides’ten bahsetmişken, yazının başlığına dönmek ve onun kimliğinde gerçekleşen bir döngüden daha bahsetmek istiyorum. Girişteki kısa özette bahsettiğim üzere Atreides’ler tıpkı Tolkien’in Dunedain ahalisi gibi “insanlar arasında yürüyen seçilmiş krallar” neslini temsil etmektedir. Bilgedirler, dürüsttürler. Kurgu evreninin diğer bütün insanlarından farklı oldukları defalarca açıklanır. Seçilmişler olmasaydı, büyük kurgu evrenleri yine de var olur muydu sorusunu soruyorum ister istemez. Fakat bu çok daha farklı bir yazının konusu olurdu.

Serinin ilk dört kitabını baba-oğul tahakküm altına alan Paul Atreides ve II. Leto Atreides’ten sonra da farklı görünümlerde ortaya çıkarlar. Tanrı İmparator II. Leto’nun sebep olduğu Dağılış nedeniyle ortaya çıkan kaosta da bu defa bir güç dengesi olarak Atreides genlerini Bene Gesserit yani Rahibeler Topluluğu içerisinde; korkulan ancak kendi emelleri için kâh komutan kâh Başrahibe olacak Siona, Sheeana, Miles Teg gibi karakterlerin genetik hafızasında görürüz. Herbert Atreides’lerin evriminde farklı bir döngüyü de ele alır. Paul Atreides yani Fremen ahalisinin peygamber olarak gördüğü Muad’dib, karakter olarak bir kâhin, peygamber ve hükümdar kimliği ön plana çıkarken daha sonra kendisini çöllere vurup kendi yarattığı hükümranlığa ve bozulduğuna inandığı dinin yeniden tesisine vaizlik ettiğini görürüz. Tuhaftır, insan ırkının hükümdarları bir anlamda toplumlarının yaşayış ve inançlarına yön verdikleri için peygamberi aynı zamanda onların geleceğine karar vermekle yükümlü oldukları için de kâhinidir. Ancak onlar çoğunlukla hatalı olsalar da bu hatadan dönme iradesi sergilemezler. Burada da Muad’dib aslında toplumu değil, kaçındığı kendini kurtarmaya çalışır.

Herbert’in Muad’dib ve sonrasındaki vaiz karakteri inşasında insanın unutkanlığına ve kolektif iradeye karşı hazırlıksızlığına bakış açısını muazzam buluyorum. Zira güç elinizdeyken inşa ettiklerinizin bozulmasına engel olamazsınız. Çölün sert insanları bir emrinizle bütün galaksiyi yağmalar ve daha çok gücü size verirken, onları Fremen yapan bütün özelliklerini hatta çöl gezegenini bile değiştiren bir hamle yaptığınızı hatırlamazsınız. Paul Atreides kâhin görüsüyle bunu görse de engel olmaz ve istemeyerek de olsa en zararsız olduğunu düşündüğü seçimi yapar. Oysa zararsız seçim olmadığı gibi herkesin kazanabileceği bir senaryoda asla yoktur.

Dune: Köle, Klon, Savaşçı, İnsan

Herbert’in bütün kusur ve hatalarıyla varlığını tekrar tekrar sürdürmeyi başaran beşerî varlığın temsili ise aslında Duncan Idaho’dur. Yine Doğu kültüründen seçilmiş gûlam kelimesiyle köleliği vurgulanan, evrenin kontrol edemeyeceği güçleri arasında sıkışmış, her ölümden sonra yeniden kopyalanmış hücrelerinden var edilip, koşullandırmayla tüm geçmişi hatırlatılan, satranç tahtasında vezir olma ihtimali olmasa da bu ihtimale sıkı sıkıya sarılan bir karakter o. Saygın Anaların, Tanrı İmparatorun hatta Muad’dib’in anti kahramanı, panzehiri olarak ortaya çıkıp zehre dönüşen unutkanlığın sembolü aynı zamanda. Bilim-kurgu fantastik edebiyat tarihindeki en etkili etkisiz eleman hatta. Zorlayıcı bir tahmin ama ister istemez Duncan’ın okur olduğunu düşünüyorum. Evrene dışarıdan dahil olmuş biz insancıkları temsil ediyor. Nitekim serinin sonunda onun başladığı yolculuk, biz insancıkların Paul Atreides’le tecrübe ettiği yolculuğun başlangıcına benziyor. Ezcümle, okurun hanesine yazılmış ders çıkartılacak bir döngü daha. 

Tanrı, Şeytan ve İnsan

Serinin üçüncü kitabında seçtiği değişimle evrenin ve insanların da kaderini değiştiren II. Leto, babasına göre bu durumu nispeten idrak etmiş bir tanrı hâlindedir. Ancak onun görünümünde de seri ilerledikçe ortaya çıkan bir alegori vardır. Kum alabalıklarıyla birleşmeden önce bir insan olan II. Leto dev bir solucan vücudunu almakla evrenin tanrısı haline gelir. Kendi fiziki dağılışının ardından Bene Tleilaxlıların peygamberi, yeni adıyla Rakis ahalisinin ise “Şeytan”ı olur. Aynı zamanda Bene Gesserit’lerin de “Tiran” diye anması bu alegorinin tam merkezindeki asıl insanı, yani kendimizi görmemizi engeller. Eski Bulgarlar şeytanın tanrının gölgesi olduğunu söylerlermiş. II. Leto’nun kimliğinde buluşan Tanrı, Şeytan, Peygamber ve Tiran da insanın gölgeleri, görünümleridir. Aslında serinin daha başlarında bizi götüreceği noktayı işaret eder Herbert. Şu güzel cümlelerle hem de:

“Tanrılar ile insanları birbirinden ayıran hiçbir şey yoktur: Biri, diğerinin içine usulca karışabilir.” -Muad’dib’in Meselleri[7]

Tanrı, insan, şeytan, peygamber, tiran gibi kavramların hepsi daha en başında Chani’nin yani II. Leto’nun annesinin rahminde bir bilinçle taçlandırılacak plasentadan ibarettir. Daha da öncesinde Leydi Jessica’nın rahminde döllenmiştir. Herbert yine bir döngünün içine bırakır bizi. İnsandan tanrıya, tanrının parçalanıp tüm gezegene ve daha sonraki kitaplarda başka gezegenlere dağılan özüne, dağılanları toparlamak için bir peygamberin bilgece sözlerine ve bir şeytanın günahkarlığına ihtiyaç duyan insana yapılan bir yolculuktur bu. Belki de II. Leto’nun Altın Yol’u insanın kendisini, döngüsünü keşfetmesinden ibarettir ve bu keşfe başlanacak nokta da maddi varlık sebebimizi oluşturmakla kalmayıp, tercihlerimizi yönlendiren cinsel eylemlerimizin gerçek doğasını kavramakla başlayacaktır.

dune solucan

Sonuç olarak, Dune 3500 küsür sayfalık bir seride, her topluluğa, her siyasi oluşuma, her hanedana bir manifesto, rota, ideoloji, davranış kalıbı çizip genişleten, ekolojik, fizyolojik, felsefi, hukuki, dini ve siyasi anlamda döngüler içerisinde hapis olunan, buna rağmen üç katı kitabı doldurmaya yetecek genişlikte bir evren tasavvuru doğuran bir başyapıt. Alıntılamak isteyebileceğiniz binlerce muazzam cümle, zihinlerde kırbaç gibi şaklayan birer aforizmaya dönüşüyor. Maalesef işbu inceleme sadece belli başlı hususlara odaklanmakla nihayete erecek. Hakeza yazının bu son kısmına varabildiyseniz bile muhakkak yorucu olmuştur sizler için. Ancak Herbert’in dehasını yine de layıkıyla takdir edememiş durumda kaldığım görülmüş olur. Her kitap için ayrı ayrı en az bu kadar kelime dökülse yine tam olarak hakkının teslim edilemeyeceğini düşünüyorum. Muhtemel ki o, modern çağda insana söylenmesi gerekenleri kaleme almak mecburiyetinde hissettiği bilgeliğini II. Leto’nun, Muad’dib’in ve hatta Rahibelerin sesi arkasına saklamış. O sebeple yazıyı da onun Tanrı İmparatoru’nun her çağda geçerli olabilecek sözleriyle bitirmek istiyorum:

“Unutkanlık sizin yazgınız. Hayata dair bütün o eski dersleri öğrenip unutursunuz.”

 -II. LETO Dar’üs-Balat’ın Sesi[8]


[1] Dune Tanrı İmparatoru, İthaki Yayınları, Sf. 407

[2] Dune Sapkınları, Sf. 419

[3] Dune Rahibeler Meclisi, Sayfa 267

[4] Dune Sapkınları, Sf. 498

[5] Dune Tanrı İmparatoru Sf. 449

[6] Dune Sapkınları, Sf. 222

[7] Dune Mesihi, Sf. 14

[8] Dune Sapkınları, Sf. 453

Paylas:
error0
fb-share-icon20
Tweet 20
fb-share-icon20

Lagari Konuk

İnfo@lagaribilimkurgu.com adresine yazı gönderip konuk yazar olarak yer alabilirsiniz.

Bir cevap yazın