Yeni Kitap: “Suçun Altın Devri” üzerine Gökcan Şahin ile Röportaj
Antares Yayınları bu yıl kurulan bir yayınevi. Öncelikle kendilerini tebrik edip yerli bilimkurgu edebiyata yaptıkları ve yapacakları katkılar için teşekkür ederim. Yayınevinden çıkan ilk üç kitap Serdar Yıldız’a ait olan İllet, Kadim Gültekin’in kaleminden çıkan Zaman Oyunları ve Gökcan Şahin’in Polisiye-Distopya türünde kaleme aldığı Suçun Altın Devri.
Kitapların her birinin birbirinden kıymetli yerli yazarlara ait olması beni şahsen mutlu etti. Kitap tasarımları ve baskı kalitesi gibi durumlar gayet özenli ve zevkli bir şekilde yapılmış.
Bugün ise Suçun Altın Devri kitabını kaleme alan Gökcan Şahin ile röportaj yapacağız.
- Öncelikle merhabalar,
Merhaba Lagari ahalisi. 🙂
- Sizi tanıyarak başlamanın en iyisi olduğunu düşünüyorum. Gökcan Şahin kimdir?
Bir hayalci. Fiziksel bedenimizle var olduğumuz bu hayattan genellikle tatmin olmayan biriyim. Kendi kurduğum hayal evrenlerinde yaşayan bir parçam var ve bazı hoş hikâyeleri kağıda (dolayısıyla gerçek hayata) taşıyarak var oluşumu daha anlamlı hale getirmeye çalışıyorum. Bunun yöntemi resim yapmak da olabilirdi, müzik de, sinema da, heykel de; ama ben edebiyatı seçmiş bulundum. Çocukluğumdan beri sürekli yazdım, hâlâ yazıyorum, her zaman yazacağım.
- “Suçun Altın Devri” kişisel olarak ilk kitabınız ve yeni bir yayınevi olan Antares Yayınlarından çıktı. Bize hem kitaplaşma sürecini hem de kitaptan ne gibi beklentileriniz var anlatabilir misiniz?
Beş adet novelladan oluşan Yüksek Doz Gelecek kitabında birlikte çalıştığımız Serdar Yıldız, İllet adlı romanının Antares adlı yeni bir yayınevi tarafından tekrar yayımlanacağını ve Antares’in piyasaya hızlı ve sağlam bir giriş yapmak istediğinden bahsetmişti. Serdar’la yıllar öncesinden Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü’nden tanışıyoruz ve birbirimizin kalemini biliyoruz. Yayımlanmaya hazır bir dosyam varsa Antares için uygun olabileceğini düşünmüş. O sıralar Suçun Altın Devri’nin ilk taslağını tamamlamıştım. Ozancan Demirışık’la çalışarak son haline getirdik ve yayınevine gönderdim. Sonrası, yayıneviyle devamlı irtibatta olduğum ve tüm aşamalara katıldığım muazzam seyreden bir süreç oldu. Sözleşme aşamaları, kapak tasarımı, dizgisi, her şeyiyle yağ gibi aktı ve bir anda kendimi kitaplı yazar olarak buldum. Şimdiye kadar yedi farklı seçkide öykülerim yayınlanmıştı -hatta sekizincisi de yolda- ama ilk kez kendi kitabıma dokunmanın hazzını yaşadım. Şimdiden bağımlılık yarattı, ne yalan söyleyeyim.
- Kitapta işlediğiniz konu oldukça ilgi çekici. Sosyal bilimkurgu temasını oldukça iyi yansıtmışsınız. Sosyal bilimkurgu dünya çapında yükselişte ve bunun bir sebebi Black Mirror olarak düşünebiliriz gibi geliyor. Kurgunuzu oluştururken Black Mirror gibi örneklerin size faydası oldu mu?
Black Mirror yakın geleceğin bize neler getirebileceğini karamsar bir üslupla yansıtan harikulade bir dizi. Ele aldığı konuları işleyiş biçimi diziyi bir anda dünya çapında popüler hale getirdi. Ben de Suçun Altın Devri’ni buna yakın bir bakış açısıyla deepfake’in yakında nelere yol açabileceğini düşünerek yazdığım için bir benzerlik var, evet. İşin ilginci, kitabı kaleme alırken Black Mirror hiç aklıma gelmemişti. Daha çok suç kavramına odaklanmıştım ve onunla ilgili kitaplar okuyup araştırmalar yapıyordum. Hatta genel olarak tarihi olayları inceliyordum. Ama Suçun Altın Devri’nin konusunu duyan pek çok kişi Black Mirror tarzına olan benzerliğinden bahsetti. Bu benim için bir sorun teşkil etmiyor. Hatta eğer benzer bakış açısıyla ülkemizde yeni bir dizi yapılırsa ben de o ekipte olmak isterim. 🙂
- Özellikle polisiye eserlerinde okuyucuya sıklıkla ters köşe yapıldığını görüyoruz. Bu ters köşelerin kurguyu kırdığını düşünüyor musunuz? Yani “Yazar yine bizi başka bir yere çekiyor, gerçek kesin şu!” gibi bir durum yarattığını düşünüyor musunuz?
Kendi adıma kitap okurken ya da film izlerken ters köşeye yatmaya bayılıyorum. Aklımda beliren tüm olasılıkların dışında bir şey gerçekleşirse ve bu gerçekten mantıklı bir şekilde açıklanabiliyorsa sürekli ters köşe olmaya hazırım. Kendi yazdıklarımda da benzer bir hazzı okura yaşatmaya çalışıyorum ama dozu tutturmak önemli, çünkü doz aşılırsa gerçekçiliğin uçup gitmesi riski yüksek. Okur, bir kurgu okuduğunu hissetmemeli bence. Aklına bu gelmemeli. Suçun Altın Devri’nde bu çizgiyi aşıp aşmadığım okurun her okurun kendi takdiri olacaktır.
- Kubilay Arıca karakterinin birden fazla versiyonuna tanık oluyoruz. Yarattığınız bu distopyanın sonucu olarak Kubilay’ın olayların gelişimine göre değişimleri iyi bir gösterge olabilir mi?
2026’da yaşayan Kubilay’la 2028’de yaşayan Kubilay arasında dağlar kadar fark var ve bu geçişi mümkün olduğunca doğal bir şekilde yapmaya çalıştım. Yaşadıklarının etkileri onu ikinci versiyonuna taşıyor. Bu süre içinde olanlar elbette tüm insanlık üzerinde etkiler yaratıyor ve Kubilay da bunun bir örneği ama uç bir örnek. Özellikle Kubilay’ı bu kadar dramatik değiştirmiş olmamın sebebi okurun ilgisini de canlı tutmak. Spoiler vermemek için daha fazla detaya giremiyorum ama okur olarak kitap boyunca en çok merak ettiğim şeylerden biri karakterlerin zamanla ne hale geldiği oluyor. Suçun Altın Devri’nde de bunu kullanmaya çalıştım.
- Kitabın sonlarına doğru Toprak isimli karakterin kız arkadaşına gelen bir paket ile Hollywood filmlerini andıran “bu film bitmedi, devamı gelir” gibi bir durum var. Bu, öykünün devam edebileceğine dair mesaj mı?
Eserlerimde yapmayı -okuduğum kitaplarda da görmeyi- sevdiğim şeylerden biri konuyu oluşturan kolonlardan birinin ya da birkaçının ucunu açık bırakmak. Bilimsel çalışmalar, insan beyninin yarım kalan (veya yarım kalmış hissi veren) şeylerin üzerinde daha çok durduğunu, o şeyin kafamızda uzun süre dönüp dolaştığını gösteriyor. Dolayısıyla örneğin bir kitap okurken ya da herhangi bir işi yaparken en can alıcı noktada ortada kesmek en iyisi diyebiliriz. Böylece o işi tekrar ele almak çok daha kolay -hatta kaçınılmaz- oluyor çünkü beyin kendiliğinden bir motivasyona sahip oluyor. Romanlarda da daha çok akılda kalması, okurun kafasını kurcalayabilmesi için bazı yerlerin açık kalması gerektiğini düşünüyorum. Hatta buralardan okur kendi yeni öykülerini üretebilmeli.
Bu arada direkt bu kitabın olmasa da, Başkomiser Kubilay Arıca maceralarının devamı gelecek. 🙂
- Kitap sanki bir film gibi iyi bir akış içerisinde. Yer yer bu durum düşündürücü olsa da okuyucu tek oturuşta bitirebiliyor (şahsen benim için öyle oldu). Sizce bu durum olumsuz bir tepkiye yol açar mı?
Yazarken, hikâyeleri kafamda film gibi oynatmayı seviyorum. Sonra gördüklerimi yazıya döküyorum. Dolayısıyla ister istemez görsel ağırlıklı metinler oluyor. Bu tarzı seven, yoğun edebi cümleler aramayan, kendini direkt hikâyenin içinde hissetmek isteyen okur için ideal. Ama bazı romanların da tadı uzun uzun okunarak, irdelenerek, notlar alınarak çıkıyor. O tarzı sevenler için Suçun Altın Devri biraz çerez gibi gelebilir tabii. Ama bence çerezler de lezzetli oluyor, mutlaka tadına baksınlar. 🙂
- Okuyuculara söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Yerli spekülatif kurgu eserler son zamanlarda epey çıkış yakaladı ama çevremdeki insanlar bunun pek farkında değil. Halâ raflarda yerli bir isim görünce direkt yok sayabiliyorlar. Hayatın koşuşturmacasında, mümkün olduğunca tutumlu olmaya çalışan beynimiz böyle kısayollar (önyargılar) yaratmaya ve onlara sorgulamadan inanmaya çok müsait. Daha kaliteli ve daha fazla üreterek bunu kırmamız lazım. Umarım kitapçı rafında yeni yerli yazar görünce de heyecanlanan büyük bir kitleye ulaşırız.