Film İncelemesi

Love and Monsters: Yılın En Eğlencelilerinden

Brian Duffield, yurt dışında, stüdyolara sattığı ve yıllarca çekilmeyi bekleyen senaryolarıyla tanınıyor. Jane Got a Gun, Babysitter ve Underwater filmlerinin arkasındaki ismin formülü basit ama neredeyse her seferinde işe yarıyor. Duffield western, teen-slasher veya B-Movie gibi türlerde alışıldık hikayeleri; modern imkanlarla, sürükleyici bir biçimde anlatıyor. Bunu yaparken araya bolca karakter gelişimi ve bazen biraz da mizah ekliyor. Genellikle seksenlerin materyallerinden yararlansa da Love and Monsters filminde olduğu gibi daha eski eserlerden esintiler görmek de mümkün.

Bu film Ray Harryhausen tasarımlarının başını çektiği eski canavar filmlerine bir aşk mektubu gibi, seksenler kıyamet sonrası esintisini de unutmamak gerek. Ton olarak Duffield’ın en sevilen filmlerinden Babysitter’ı hatırlatıyor. Hatta karakterler, duygusallık ve aksiyonun mükemmel harmanlanması ile onun da üstüne çıktığını söyleyebiliriz. Love and Monsters’ı tek kelime ile tarif etmek gerekse bu “eğlenceli” olurdu. Hayatınızın en keyifli bir buçuk saatlerinden birini geçirmeye, “Bunun ikincisi yok mu ya…”, diye hayıflanmaya hazır olun.

Michael Matthews’ın yönettiği filmin yapımcılığını Shawn Levy ile Dan Cohen üstlenmiş. Başrolde Dylan O’Brien’ı; diğer önemli rollerde ise Jessica Henwick, Dan Ewing, Ariana Greenblatt ve Michael Rooker’ı görüyoruz. Ana karakter hariç çok tanınmayan aktörlere yer verilse de oyuncuların karakterleri yansıtmadaki başarısı göze çarpıyor. Özellikle Clyde ve Minnow karakterlerini başkalarının canlandırdığını hayal etmek bile mümkün değil. (Elbette bu iki karakterin çok sevdiğim çizgi roman serinden uyarlanan ve benim favori süper kahraman filmim olan Kick-Ass’teki Big Daddy’yle Hit-Girl ikilisini hatırlatması objektif bir şekilde bakmamı engelliyor da olabilir.)

Love and Monsters: Post-Apocalyptic Bir Dünya

Dünya’yı yok edecek bir meteoru engellemek için kullanılan nükleer silahların yan etkisiyle hayvanların dev canavarlara dönüştüğü yakın gelecekte; yedi sene önce, farklı sığınaklara yerleştirildikleri için, çocukluk aşkından kopmuş ezik büzük bir genç olan Joel’in sevgilisine kavuşmak için çıktığı imkansız yolculuğu seyrediyoruz. Bu sırada kıyametin farklı insanların hayatlarını nasıl etkilediğini görüyor, duygusal ve etkileyici anlar yaşıyoruz. Film, Jack Kerouac’ın Yolda’sından beri her iyi yol hikayesinin yaptığı şeyi başarıyor ve bu yolculuğun karakterimizi nasıl değiştirdiğine odaklanıyor. Love and Monsters’ı gençlik filminden ziyade deli dolu bir büyüme hikayesi olarak görebiliriz.

Tabii ki canavarlardan da bahsetmeliyiz. Love and Monsters büyüme, aile, ahlak, yardımlaşma, kahramanlık gibi konular işlemesine rağmen bir canavar filmi olmaktan taviz vermiyor. Düşük bütçeli bağımsız bir filmden beklenmeyecek derecede göz alıcı ve orijinal canavar tasarımları, kötü görünmeyen bir cgi ve yaratıcı sahnelerle sunulmuş.

Hayao Miyazaki’nin “Modern hayatın çökmesini ve her yeri yabani otların kaplamasını sabırsızlıkla bekliyorum.” sözünü hatırlatan ağaçlık arka planlar ise ayrı bir görsel şölen. Hem de iyi film çekmek için paradan ziyade doğru bakış açısıyla yaratıcılık gerektiğini gözler önüne seriyorlar.

Sonuç olarak Love and Monsters, kâh gülüp kâh üzüleceğiniz, kaçırmamanız gereken bir macera filmi.

İyi seyirler.

Paylas:
error0
fb-share-icon20
Tweet 20
fb-share-icon20

Efe Sarıtunalı

Çizgi Romanlar üzerine....

Bir cevap yazın