Ölmeden Birkaç Dakika Önce
Sanırım ölüyüm. Ya da öldüm. Ölmek üzere olma ihtimalimi de çöpe atmak istemiyorum ama bir süredir nefes almadığımın farkındayım. Yirmi altı yıldır hemen hemen her gün geçtiğim sokakta öldürüleceğimi düşünmezdim. Aslında düşününce mantıklı geliyor, ben de olsam kendimi orada öldürürdüm. Sonuçta geleceğim belli. Alnımın ortasına tertemiz bir delik açan adam, gayet sakin bir şekilde ayaklarımdan tutup beni sokağın karanlık köşesine doğru çekti. Yüzünde herhangi bir iğrenme veya pişmanlık yoktu. İlk defa birini öldürmediği kesin gibiydi. Çektiği köşede üstümü başımı aradı. Kıyafetlerimi tek tek çıkardı. Annemin geçen doğum günümde babamdan kalan emekli maaşından zar zor arttırarak aldığı çantamı eline aldı. Çantanın üzerinde kan vardı. Beynimin dağılmış olabileceğini ilk defa o an düşündüm. Çantanın üzerine yapışmış birkaç -et veya beyin- parçasını sakince sildi. İçinde hızlıca bir şeyler aradı. Yüzünde oluşan tatminsizlik duygusu görülebilir hale geldiğinde ayağa kalktı ve çoktan nefes almayı bırakmış ciğerlerimi koruyan kaburgalarıma doğru sağlam bir tekme attı. Ağzımdan kan gelmesi beni biraz şaşırttı ama tıp bilgimin bıçak kesiğine yara bandı yapıştırmaktan öte olmadığı için üzerine pek düşünmedim.
Ne aradığının farkındaydım ama tabii ki söyleyecek değildim. Zaten söyleyemezdim ama şuan tüm yaptıkları aslında aradığı şeyin içine kaydediliyordu. Benden uzaklaşırken cebinden telefonunu çıkardı.
“………. Abi, bulamadım.”
“Nerede dedin?”
Bana doğru bakıp; “Kafasında mı?”
“Baştan desene bunu orospu çocuğu.”
“Deme be abi.”
“Sıktım vallahi abi.”
“………kiyim!”
Bu sefer kırdığı birkaç kaburga sinirlerini yatıştırmayacağı belliydi. Hızlı adımlarla yanıma geldi ve taşaklarıma şahane bir tekme attı. Canınızın acıdığını biliyorum yemin ederim benim de acıdı. Evet, hem de ölü olmama rağmen -yani sanırım ölü olmama rağmen-. Her zaman demişimdir şunu yapmayın diye. Ayıp dedikleri şey tam olarak bu.
Kafamda açtığı ve artık beynimin tam olarak aktığı deliğin içine bakmaya çalışırken parfümünün kokusu burnuma geldi. Babam da bu parfümü kullanırdı. “World Dance 2024” özel bir üretim olarak çıkmıştı. O yıl dünya dans organizasyonu İzmir’de yapıldı ben de kontrol mühendisi olarak tüm etkinlik boyunca görev yapmıştım. İş bitişinde de etkinliğe özel ürettikleri parfümden iki koli atmıştım arabaya. Peder bey de iyiymiş bunlar deyince al senin olsun dedim. O günden sonra on yedi yıl boyunca kullandı. Sonra pek de gerek kalmadı. Vefatından sonra ilk defa bu parfümün kokusunu aldım. İlginçti. Adam yüzünü gözlerime doğru iyice yaklaştırdı. Sıcak-soğuk oynuyor olsak şu an alev alev yanıyorsun abi derdim herhalde. O da bunu sezmiş olacak ki. İki parmağını sağ gözüme doğru soktu. Yavaş yavaş çıkarmaya çalışıyordu. Zor olsa da çıkarmayı başardı. Arkasında yazan kodu okumaya çalışıyordu. El fenerini çıkardı koda bir de öyle baktı.
“DENEY S-011”.
Heyecanla telefonunu çıkardı. Aradığını bulduğuna emindim. Bir süre sonra sokağa bir araba girdi. Silah sesi, adamın konuşmaları bunları sanki tüm dünya duymuyor gibiydi. Son kırk dakikadır sokağa giren tek şey gelen araba olmuştu. Arabadan inen iki adam beni kollarımdan tutup arabanın arkasına attı. “Amarok” En sevdiğim araba modeli. Sene sonuna doğru ben de bundan alacaktım. Şimdiden kenara temizinden yüz bin atmıştım. Havalar ısınınca piyasa hareketlenir diye bekliyordum. Bagaj perdesini üstüme çektiler ve yola çıktık. Her şeye rağmen keyifliydim, araba seçimi konusunda doğru karar verdiğim için kendimi tebrik ettim. Araba resmen akıyordu otobanda. Motorun sesi iyi geliyordu.
Birkaç saat öyle yol aldık bir ara dalmışım ayaklarımdan çekip beni depo gibi bir yerde muşambanın üzerine bıraktılar. Çıkardıkları gözümü bir bilgisayara bağlamışlar ekrana bakıyorlardı.
Geçtiğimiz senelerde gelişen teknoloji, yaşadığımız baskıcı hükümet yüzünden genellikle kendi lehlerine işliyordu. F451 isimli şirketin geliştirdiği “GÖZCÜ” ismini verdikleri teknoloji aslında bir tür kontrol mekanizmasıydı. Gözleri görmeyen hastalardan başlayarak yerleştirilen bu teknolojik gözler insanların yeniden görmesini sağlıyordu ama işin bok tarafı şuydu; bu görüntülere giriş şifresi olan herkes ulaşabilirdi. Şifre ise hükümet ve şirketten başka kimsede yoktu. Görme engelliler için müthiş bir teknolojiydi ama bu devlet için de ayrıca bir fırsattı. Televizyonda konuşma yapan Teknoloji Bakanı Hilmi Öztek gözcüleri ücretsiz bir şekilde nakledeceklerini söylediğinde Görme Engelliler Derneği gibi birçok dernek hükümete methiyeler düzdü. Bu konuşmadan birkaç hafta sonra nakil işlemleri başladı. Ben de sekiz sene önce yaşadığım bir kaza sonucu kaybettiğim görme yetimi böylece geri kazandım. Bugüne kadar da herhangi bir sorun yaşamamıştım.
Kız arkadaşımla sevişirken veya mastürbasyon yaparken acaba devlet bunları da izliyor mu lan? diye düşünmek dışında çok da kafama taktığımı söyleyemem. Hele ki bir gün bu sikik alet yüzünden öleceğime “ölsem” inanmazdım… Ne kadar sürdüğünü tam olarak bilmiyorum ama sanırım birkaç gün öylece yattım. Sabah saatlerinde siyah bir Mercedes geldi depoya. İçinde takım elbiseli birkaç kişi indi. Bir tanesi gelip kafamdaki deliği inceledi. Fazlaca bakmış olacak ki midesi bulandı az daha üstüme kusuyordu puşt herif.
“Bulabildik mi görüntüyü?”
“Sanırım bulduk amirim.”
“Çevir bakayım.”
Aralarındaki gülüşmelerden tam olarak neye güldüklerini anlayamadım ama umarım geçen gün kız arkadaşımın yanlışlıkla içine geldiğimde bana tokat atıp “hem erken geliyorsun hem de içime mi geliyorsun” diye azarlamasına bakmıyorlardır diye dua etmedim desem yalan olur.
“Bizim bakanda da iyi mal varmış.”
“Diğeri kim abi?”
“Yakın güvenliği miymiş neymiş bilmiyorum.”
“Bu salağın gördüğünü son anda fark etmişler.”
“Abi bak bak şimdi de güvenlik bakana neler yapıyor…. Oha!”