Bilimkurgu Okumayı Sevenler İçin Alternatif Kitaplar
Bilimkurgu kitapları okumayı seven ya da bu türdeki okumaları yeni başlayacak olanlar. Google üzerinde “bilimkurgu kitapları” şeklinde arama yapacak olursanız karşınıza çıkacak eserler üç aşağı beş yukarı belli. Aynı kitaplara dair onlarca yorum, yüzlerce gönderi. Ancak bir tür sadece, sürekli göz önünde olan eserlerden oluşuyor olabilir mi? Hele ki bilimkurgu gibi, gerçek anlamda ucu bucağı olmayan bir edebi tür. Yapılacakların ve yazılacakların sınırsız olduğu bir başlık. Hiç sanmıyorum.
Bu düşünce ile bu türde farklı ve daha az bilinen ancak gayet başarılı kitaplardan oluşan bir liste hazırladım. Bilimkurgu okumalarınıza alternatif oluşturacak on tane kitap belirledim. Türün farklı alanlarından eserler seçmeye çalıştım.
Unutmayın. Bilimkurgu sadece fahrenheit’lardan, biz’lerden ya da bilimsel değeri tartışılır ve macera dozu fazla eserlerden ibaret değildir.
Yenilmez – Stanislaw Lem
Uzak bir gelecekte geçen ve yaptıklarımıza, yaşadıklarımıza dair hikayeleri bilirsiniz. Bu kitaplarda her aşamada gelişmişliğimizden bahsedilir ve olur da ortada bir sorun varsa – uzaylılardan bahsetmiyorsak- yine bizim gelişmiş teknoloji ve zekamızdan kaynaklanır. Gelişim yani bugünden daha iyi ve donanımlı olmak insanoğlunun hem en büyük arzusu hem de en büyük gücü oldu.
Bu tür kurgularda olacakları az çok tahmin edebilmek mümkün. Okur genellikle beklediği şeyleri okuyacaktır. Ancak Yenilmez böyle bir kitap değil. Gelişimin ve belki de evrim mekanizmasının ileri yönlü hareketlerine bel bağlamayı reddediyor. Başka gezegenlerde yaşadığımız ve yaşam sinyali, yaşanabilirlik aradığımız ve yüksek teknoloji ile çevrili olduğumuz bir zaman dilimindeyiz. Bu gelecekte bizi korkutacak bir şeyin olmadığını düşünürüz. Ve en büyük hatayı da bu noktada yaparız… Günün birinde aslında evrimin ileri yönlü değil de tam tersi istikamette “neleri başarabileceğine” birinci elden tanık oluruz. O zaman tabii iş işten geçmiş oluyor.
Stanislaw Lem kitapları arasında Solaris ya da Aden kadar bilinen bir eser olmamasına karşın Yenilmez, rahatlıkla yazarının en başarılı işleri arasında sayılabilir. Askeri bilimkurgu kategorisinde de sayılacak eser, her türden bilimkurgu okurunun seveceği türde bir kitap.
Yeni Tabular – John Shirley
Bilimkurgu türü içerisinde distopyalar, hem cezbedici hem de korkutucu olmalarıyla bu alanda okumalar yapanlar arasındaki en popüler başlıklardan birini oluşturuyor. Özellikle ülkemizde birinin bilimkurgu okuyup okumadığı yeni ve cesur dünyaları okuyup okumadığı ve kağıdın yanma sıcaklığını bilip bilmemesiyle ölçülüyor.
Sosyal hayatın var olan “kabul edilebilir düzeninin” yerine asla görmek istemeyeceğimiz mekanizma ve güçleri yerleştiren yazın olan distopyanın, edebi üretimleri arasında yer alan Yeni Tabular, adından söz etmeye değer bir eser olarak karşımıza çıkıyor.
John Shirley’in kitabı, geleceğin dünyasında ceza infaz kurumlarının işleyişi, adalet kavramı ve yargı mekanizmaları konusundaki gittikçe artan yozlaşmaya gayet başarılı bir örnek. Hikayede koca bir eyaletin cezaevi olarak kullanılmasından tutun da basın mensubu olan bir kadının karşılaştığı haksızlığa kadar birçok şeyden bahsediliyor.
Eser, ele aldığı ele aldığı detaylarla bu alandaki göz bantlarımızı şimdiden kaldırmaya niyetli gözüküyor. Teknolojinin hikaye içinde yer aldığı ancak bazen “devre dışı” kaldığını okumak işleri daha da korkutucu hale getiriyor.
Birden fazla öyküden oluşan ve yazarın geleceğin sosyal hayatı ile ilgili endişelerini kaleme aldığı makaleler ile birlikte yayınlanan Yeni Tabular, bugünün dünyası aracılığı ile geleceğe dair endişeleri(mizi) dile getiriyor.
İşte İnsan – Michael Moorcock
Zamanda yolculuk hikayesi okumak bu türün şanındandır. Özellikle polisiye ve benzeri hikayelerin çokça kullanıldığı zaman yolcuları, genellikle gözlerini geleceğin bilinmezliğine diker. Bu durumun başlıca sebebi olarak pek tabii geleceğe duyulan merak gösterilebilir. Şimdiki kitabımız bunun tam tersini hedefliyor.
İşte İnsan, ülkemizde daha çok Elric kitapları ile tanınan Michael Moorcock imzalı bir zamanda yolculuk hikayesi. Ancak bu defa gelecekte değil geçmiş zamanda bir yolculuğa çıkarır okurunu. Psikolojik sorunları olan karakterin dünya üzerindeki en büyük “mitlerden” birinin gerçek olup olmadığı ile ilgili şüphelerini gidermek için geçmişe doğru yola çıktığı bir hikaye.
Hristiyanlık inancının en önemli figürü olan İsa’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığını öğrenmek için yüksek teknolojiyi kullanmak. Kulağa olağan dışı bir şeymiş gibi geliyor. Tanrı ve dolayısıyla inanma duygusu vardı ve insanlar onu mu keşfetti?
Yoksa bütün inanç sistemleri insanların kendi elleriyle yarattıkları dayanak noktaları mı? Yani tanrı mı insanı yoksa insan mı tanrıyı yarattı? Bu defa bu sorunun cevabını bulmak için ne gerekiyorsa yapıldığına tanık oluyoruz.
İşte İnsan, bilimkurgunun inanç meselesini ele aldığı en direkt eser olarak literatürdeki yerini almış durumda.
Aelita – Aleksey Tolstoy
Mars gezegeni, insanoğlunun üzerinde en çok hayal kurduğu ve beklentiye girdiği gök cismidir demek yanlış olmayacaktır. Bilimkurgu “bilimkurgu” olduğundan -ve öncesinden- beri itibaren kızıl gezegen ile ilgili çeşit çeşit kurgu okuduk ve okumaya da devam edeceğiz.
Aelita, bu konuda yazılanların belki de en duygusal olanı olarak yorumlanabilir. Sovyet yazar Aleksey Tolstoy imzasını taşıyan kitap, yoğun duygusallığının yanı sıra sosyalist bir düşünce ile ele alınmış bir kitap. Adeta, devrimi Dünya’nın dışına taşımaya kararlı bir anlatı.
Alanında uzman ancak pek az kişinin dikkate aldığı bir fizik profesörü ve uzun yıllar cephede görev almış emekli bir askerin dünyadan Mars’a olan yolculuklarını okuyoruz. Hikaye, komşu gezegende hayat olduğunu öğrenip buna hiç şaşırmadığımız anda ilginçleşmeye başlıyor. Medeniyetin daha hâlâ varlığını sürdürdüğü kızıl komşumuz, dillere destan ve bir o kadar imkansız bir aşka da ev sahipliği yapmanın ağırlığını taşıyor…
Bu haliyle bir miktar klişe gözükse bile bu tür içinde adını klasikler arasına yazdırdığı gerçeğini de görmezden gelmek doğru olmaz. Aelita, barındırdığı aşkı ve hüznü sayfalarının dışında da yaşatan bir eser. Öyle ki Rusya’da kız çocuklarına Aelita ismini vermek hâlâ daha popülerliğini sürdürüyor.
Geliş – Ted Chiang
Bu defa bir romandan değil öykü kitabından bahsedeceğim. 2017 yılında vizyona giren Arrival adlı filmin ilham alındığı öyküyü da barından Ted Chiang imzalı öykülerin derlendiği Geliş, adeta bu yazarın çok daha fazlasına kadir olduğunun gösteriyor.
Chiang bilimkurgu konusunda çok yönlü ve orijinal tatlar yakalamayı başaran bir isim. Bilimkurgu alanında yazılabilecek ne varsa yazabilme potansiyeline sahip. Sosyal bilimkurgudan yapay zekaya, din temelli kurgulardan daha nice farklı temayı eserlerinden başarıyla kullanıyor. Sürekli olarak insan psikolojisine odaklandığı öyküleri, bu türde özel ilgiyi hak eder niteliktedir. Özellikle matematik bilimini merkezine alan öykü ile Babil Kulesi temalı anlatı kitaptaki favori öykülerim.
Genellikle roman gibi uzun metraj okumaları sevdiğimiz bu tür içinde böylesine başarılı öykülere rastlamak, keyifli okumalara kapı aralamak için bire bir. Hele ki arkasında haklı bir şöhreti barındırıyorsa.
Klasik Bilimkurgu Öyküleri – Çınar Yayınları
Bilimkurgu öykü derlemeleri, genellikle çok fazla tüketilmeyen, okunmayan ve ilgi görmeyen -Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri hariç- eserler olarak bilimkurgu literatürümüzde yer alıyor. Önceki yazıda dile getirdiğim gibi öykü yerine roman okumayı daha çok seviyoruz. Ancak bu derlemelerden bazıları oldukça başarılı ve daha fazla okunmayı hak ediyor.
Bu kitaplardan bir tanesi de Çınar Yayınları etiketi ile piyasaya sürüldü. Klasik Bilimkurgu Öyküleri adlı derleme, 1900 öncesi bilimkurgu edebiyatının başarılı ve çok az bilinen örneklerini barındırıyor. Bilimkurgunun, daha özgür ya da daha doğal olduğu dönemin öyküleri. Ve biraz da ilkel ve bilimin biraz hesapsız kullanıldığı, daha fazla hayal gücünü barındıran zamanlar. Özellikle Abraham Merrit, Edward Bellamy ve E. P. Mitchell’in yazdıkları öyküler kitaptaki favorilerim oldu diyebilirim. Bunların arasında Geri Giden Saat adlı öykü, barındırdığı korku unsurları ile de dikkat çekiyor.
Okudukça insan bunlar gibi daha ne öykülerin, metinlerin gözden kaçtığını ve çevrilmediğini düşünüyor. Ana akım okumaların yayıncılığa yön vermesinin bir tehlikesi olan durum, bu kitap benzeri çalışmalar ile aşılmaya çalışıyor. Ancak ne kadar çaba harcansa da popülarite kazanacak gibi durmuyor.
Serçe – Mary Doria Russell
Çok az eseri bu kitabı okuduğum heyecan ve beklenti ile okuduğumu söyleyebilirim. Laf olsun diye değil gerçek anlamda, her sayfasını aynı duygularla okuduğum nadir kitaplardan biri oldu. Serçe, başlı başına bir şaheser ve bilimkurgu külliyatı için özel bir yere sahip.
Din ve bilim unsurlarını başarıyla bir arada kullanabilen kitaplar -Dune gibi- genellikle dikkatimi çekiyor. Zira zıt kutuplar olduğu düşünülen bu iki disiplin, doğru bir şekilde bir araya getirildiğinde ortaya oldukça başarılı bir edebi eserler çıkıyor. Serçe’nin hikayesi de tıpkı söylediğim gibi. Başrolünde Cizvit tarikatına mensup rahiplerin olduğu bir uzay yolculuğunu okuyoruz. Ne için peki? Orada, kesinlikle çok uzakta olduklarını öğrendiğimiz “tanrının diğer çocuklarını” bulmaya…
Gerek hikayesi gerek karakterleri ve gerekse de kurgusu ile okuru kendisine bağlayan bir kitap. Ancak nedense çok az bilimkurgu okurunun bildiği, haberdar olduğu ve okuduğu bir eser.
Az evvel bahsettiğim popüler olma meselesi burada da karşımıza çıkıyor… Bu yazıda amacım tam olarak buydu; bilinenin sınırlarının dışına çıkıp, yeni okumalar yapmak isteyen okura alternatifler sunabilmek. Serçe bu alternatifler arasında ilk sırada yer almayı kesinlikle hak ediyor.
Bir Mars Destanı – Stanley G. Weinbaum
Yazarlık kariyeri çok kısa süren Weinbaum, Asimov’un da adından övgüyle söz ettiği bir isim. Erken dönem bilimkurgu yazarları arasında da dikkat çekmeyi başarmış. Bir Mars Destanı’nı okuduktan sonra yazarın genç yaşta hayatını kaybetmiş olması, bir çok okurun -benim gibi- üzülmesine sebep olmuş. Öyle ki yaşasaydı daha neler yazardı kim bilir…
Eser, birden fazla öykünün bir araya gelmesiyle oluşuyor. Derlemeye ismini veren öykü kimilerinin gözünde yazarın en başarılı öyküsü olarak anılıyor. Mars yüzeyinde bir takım araştırmalar yapan bir grup bilim insanını ve bu gezegende karşılaştıkları “dost canlısı” türleri anlatan öykü dikkate değer. Çoğunlukla vahşi ya da anlaşılmaz olarak kurgulanan Marslı fikri için “masum” bir alternatif kaleme almış. Ancak yazarın, kişisel olarak en beğendiğim öyküsü kesinlikle Eğer Dünyaları adlı metin.
Hepimiz bir şeyler olduktan sonra ya da olmadan önce o kelimeyi kullanmışızdır. Eğer. Hayatımızda bazen pişmanlık bazen umut bazen de mutluluk olarak yer alan bu kelimenin yol açtığı alternatif gerçekleri deneyimleyebiliyor olsaydık ne olurdu? Nasıl bir hayatımız olurdu?
Weinbaum bu ve daha birçok başarılı öykü ile adından sıklıkla söz ettirmiş ve talihsiz bir şekilde çok az yaşamış bir isim. İnsan ister istemez düşünüyor. Eğer yaşasaydı…
Yarının Aşkı – Eric Sadin
Geleceğin dünyası, insanın makine ile maksimum seviyede iletişimde olacağı bir dünya haline gelecek. Daha şimdiden olanca imkanımız ile akıllı teknolojileri ve yapay zeka araçlarını kullanıyoruz. Hayatımızı bunlar üzerinden yaşıyoruz. Akıllı asistanlarımız bir tuş uzaklığında, onlardan ayrı kalamıyoruz.
Peki akıllı asistanınız da sizden ayrı kalamıyor olsaydı ne olurdu. Yapay zeka temelli yardımcınız size aşık olsa nasıl olurdu? Sanırım Yarının Aşkı kitabındaki gibi olurdu. Sizin bütün alışkanlık ve ihtiyaçlarınızı bilen, her manada sizi tanıyan ve her konuda yardımcı olmaya programlı bilgisayar sisteminiz sizi deliler gibi seviyor olsa. Ve sizin bundan zerre haberiniz olmasa. Hatta sizi kıskanmasına rağmen el mahkum mutlu olmanız için ne gerekiyorsa yapsa. Şimdiye kadar okuduğunuz yapay zeka konulu bütün bilimkurgu kitaplarını bir kenara bırakın demiyorum ama, bu alandaki okumalarınıza bu esere yer vermeden devam etmeyin. Melankolik, duygusal ve bir o kadar da aşık bir akıllı asistan fikri kulağa ilginç gelmesinin yanı sıra değme aşk öyküsünden daha yoğun miktarda kırık kalp içeriyor.
Bunların yanı sıra kitabın kağıda aktarıldığı biçim de yine dikkate değer ve bu konuda ilham olabilecek bir yönteme sahip. Yarının Aşkı için, yapay zekanın insana olan ilanı aşkıdır demek en doğru tanım olacaktır.
R. U. R. – Karel Capek
Çoğumuzun Asimov kitapları ile öğrendiği robot kavramı, tanımı ya da kullanımı yanlış bir bilgi neticesinde yine bu yazara atfedilir. Ancak Ben Robot’un yazarından yıllar önce kullanılan “robot” kelimesi ilk olarak Çek yazar Karel Capek tarafından kullanılmış.
Bilimkurgu yazını, R. U. R. ya da Rossum’un Evrensel Robotları adlı tiyatro oyunu aracılığı ile robot kelimesi ile tanışır. Oyun, insansı robot veya android üretimi yapılan bir fabrikada başlar. Hayatın her alanında karşımıza çıktığı robotların nasıl üretildiği, kim tarafından icat edildiği konuşulurken bir sonraki perdede bu robotların insanlığa karşı ayaklandığı anlatılır. Yönetim artık insanlardan robotlara geçmiştir. Üretilen, üretenden daha iyi ve daha yetenekli olduğuna karar verip hayatına kendisi karar verir…
Eseri, bir araştırma için Google aramaları yaparken keşfettim. Çok az kişinin ilgi duyup satın aldığı kitap bir çeşit mihenk taşı. Artık tür içerisindeki en önemli kavramlardan birinin “ne” olduğu belirlenmiştir. Zira bir şeye isim vermek onu tanımak, bilmek demektir. Bu arada kelimeyi icat eden de başka bir Capek.
Bilimkurgu okumayı sevenler. Umarım ana akım eseler yüzünden gittikçe daralan “başkaları yok” algısının ötesine adım atmanıza yardımcı olabilmişimdir. Zira, daima daha fazlasının olacağı bu türde belli başlı ürün ve kalıplarla kısılı kalmak ne derece mantıklı olabilir ki. İnanın bilmediğimiz ya da henüz okuma şansımız olmayan kim bilir ne eserler var.
Çok satanlar listelerini bir kenara bırakıp okunması gerekenler listenizi oluşturmaya başlamaya ne dersiniz?